Gökkuşağı Aile Eğitim Yardım ve Gençlik Derneği, Köse Yazarlari, Psikoloji Makaleleri, Aile Konulu Makaleler, Kalemden Kelama Konular, Dini Konu Makaleler, Dernek,

sivil toplum kuruluşu, gönüllü, üyelik, toplum hizmeti, faaliyet, etkinlik, kampanya, proje, bağış, yardım, eğitim, sağlık, çevre, insan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, engelliler,

gençlik, kültür, sanat, spor, bilim, teknoloji, yönetim, demokrasi, sosyal sorumluluk, dayanışma, katılım

ÇOCUKLARA ÖYKÜLERLE KIRK HADİS

Ürün Kategorileri
ÇOCUKLARA ÖYKÜLERLE KIRK HADİS

ÇOCUKLARA ÖYKÜLERLE
KIRK HADİS
ÖNSÖZ
Çocuk olmak güzeldir ama çocuk kalmamak şar­tıyla. Çocuk kalmamak için de biyolojik açıdan bede­nimizin gelişip büyüdüğü gibi, ruhumuzun gelişmesi, kalbimizin olgunlaşması, fikrimizin de gelişmesi gerekir.
Bunun en kısa ve en güzel yolu ise; yüce ve yü­celtici dinimizi iyi öğrenip yaşamaktır. İnsanın kendisi­ni geliştirip olgunlaştırabilmesi için güzel örneklere ihtiyacı vardır. Bu örneklerin en güzeli ve en mükem­meli ise sevgili Peygamberimizdir.
Biz Peygamberimiz (s.a.v.)'i tanıyıp ona uydu­ğumuz, örnek ve rehber edindiğimiz ölçüde gelişir, gü­zelleşir ve olgunlaşırız, âdeta onunla beraber olmuş gibi oluruz. Dünyada onunla olanlar yani onun sün­netini yaşayanlar cennette de onunla beraber olurlar.
İşte bunu sağlayacak; Hz. Peygamber (s.a.v.)'i, onun getirdiği güzel dinimiz İslam'ı tanıtacak, uyma­mızı sağlayacak, sevdirecek, sevimli bir çalışma yap­tık. Hz. Peygamber (s.a.v.)'in inanca, ahlâka ve iba­detlere yönelik tavsiyelerini öykülerle açıklamaya gayret ettik.
Araştırmacılar tarafından Arap dilinde 250'den fazla, Farsça'da 50'den fazla, Türkçe'de ise 100'e ya­kın "Kırk Hadis" çalışmasının yapılmış olduğu be­lirtilmektedir. Bizim de bu alanda yapılmış ve yayım­lanmış; "Kırk Hadiste Hayatımız", "Kırk Hadis'te İslam Ahlâkı" isimli çalışmalarımıza, " Çocuk­lara Öykülerle Kırk Hadis" isimli bu çalışmamız da ilave edilmiş olup, inşaallah bu alanda gayretleri­miz devam edecektir.
Öyküler, öğüt verdiği için ilgi görür. Konunun an­laşılmasını kolaylaştırır. Onun için biz de hadisleri öy­külerle açıklamayı uygun bulduk. "Kırk Hadis" çalış­malarının temelinde Hz. Peygamber'in şu tavsiyeleri yatmaktadır:
"Ümmetimden her kim dini konularla, benim sünnetimle ilgili kırk hadis ezberlerse, Allah (c.c.) onu kıyamet günü fakih ve âlim olarak diriltir, (haşr eder.)" (Aclunî, Keşfü'l-Hafa 2/246) Bunun yanında Rasül-i Ek­rem'in şefaatine nail olma, (Münavî, Feyzü'l Kadir 6/119) cennet kapılarının hangisinden isterse ondan girme (Ebu Nuaym, Hılyetü'l-Evliya 4/189) ve âlimler zümresinden yazılıp, şehitler zümresiyle hasredilme (İbnü'l- Cevzî, El-İlelül-Mütenahiyefi'l-Ehâdisil-Vâhiye 1/124) Ümidi birçok âlimi
"Kırk Hadis" kaleme almaya sevk etmiştir. "Kırk Hadis" yazma geleneği yerleştikten sonraki dönem­lerde de sırf bu geleneği devam ettirmek, okuyanların duasını almak, sevap kazanmak için bu yönde eser verenler olmuştur.
Bazı âlimler, Müslümanların bilmesinde fayda gördükleri konuları pratik buldukları bu yolla halka ulaştırmak düşüncesiyle kırk veya kırktan fazla riva­yeti farklı metotlarla bir araya getirmişler, kimi itikad, âhiret, kimi fıkıh ve ahkâm, kimi zühd, ahlâk ve nefis terbiyesi, zikir ve dua, kimileri de Kur'an sûrelerinin ve ibadetlerin faziletleri konusundaki "Kırk Hadis'leri derlemişlerdir. (T.D.V İslam Ansiklopedisi, 25/467- 468)
Hz. Peygamber (s.a.v.) mü'mini bal arısına benzetir: "Mümin, bal arısına benzer. Ancak temiz şe­yi yer ve temiz yere konar." (Münavî, Feyzu'l-Kadir, 5/511)
Müslüman, her çiçekten bal almayı bilmelidir.
Biz de çok değerli öyküleri, bilgileri, incileri sizler için derledik. Derleyip toparlamak bize, okumak size, uy­gulayıp hayata geçirmek hepimize düşen bir görevdir.
Öykü okuyabilene, mesel söyleyebilene, okuduk­larının heyecanını duyup yaşayabilene ne mutlu...
Mesajımızı bir çırpıda verebilmek ve daha kolay ulaştırabilmek için öykü ideal bir türdür. Hadisleri onun için öykülerle açıklamayı uygun bulduk.
İstifadeyi kolaylaştırmak ve araştırma, çalışma yapacaklara yardımcı olabilmek için kitabımızda ha­dislerin kaynakları da verilmiştir. Türkçe'de öykülerle açıklaması yapılmış ilk "Kırk Hadis" çalışması olması bakımından eser orijinal bir çalışma sayılabilir.
Evde, okulda, radyo, televizyon vb. her yerde birlikte de okunarak canlandırılıp dramatize edilebile­cek nitelikte olan bu kıymetli ve faydalı kitabın saygı değer okuyucularımıza kazandırılması konusundaki çalışmalarından ve gösterdikleri gayretlerden dolayı yayın kurulumuza çok teşekkür ederim. Ayrıca bu eserin tekrar okuyucularımızla buluşmasını sağlayan Hüner Yayınevi sahiplerine de teşekkür ederim.
Ayrıca çalışmalarımızı inceleyerek engin tecrübe ve birikimlerini bizimle paylaşan değerli yazarlarımız Prof. Dr. Ali AKPINAR, Musa GÜN ve Sami YILDIZ Hocalarımıza da teşekkür ederim. Sizlerin tenkit, tek­lif, dua ve destekleriniz bizim manevî enerji kaynağı­mızı oluşturmakta ve uykumuzu açmaktadır.
Dua, teklif ve tenkitlerinizi bekler bol istifadeler dilerim. Gayret bizden, muvaffakiyet Allah' tandır.
Konya-2007 / Halil ATALAY
İkinci Baskı



1) SAKIN BESMELEYİ UNUTMA
“Bismillâhirrahmânirrahîm ile başlanmayan önemli hiçbir iş, hayırlı sonuç vermez.” (1)
Peygamber (s.a.v.) Efendimiz her güzel işe başlamadan önce daima "besmele" çekerlerdi. Yani ona, "Bismillahirrahmânirrahîm" diyerek başlarlardı. Bir işe Allah'ın adı ile başlamak, nimeti veren Yüce Allah'ı anmak ve O'nun bu nime­tine peşin olarak şükretmek anlamını taşır. İşlerde bereketi sağ­layan ana maya "besmele "dir.
Dilimizde hayırsız, ahlâksız kişiler için de "besmelesiz" ta­biri kullanılır. Her işimizin başında Allah'ın adını analım. Çünkü herhangi bir şeye Allah'ı zikrederek başlamak bu işlerimizi iba­dete çevirir, bunların sevabını ahirette de buluruz. Besmele çe­kilmeyen şeylere şeytan ortak olur, bereketini kaçırır. Şayet bes­meleyi başta unutmuşsak, hatırladığımız yerde "Bismillâhi fi evvelihi ve âhirihi (başında da sonunda da bismillah)" diyebiliriz. Şimdi öykümüze geçelim:
Mehmet amca, mahallesinde bakkallık yapardı. Mehmet amcanın dükkânının önünde bir oyun sahası vardı. Ve çocuklar burada futbol oynarlardı. Susayan Ahmet, Mehmet amcanın dükkânından su içmek için izin istedi. Mehmet amca: "İstediği­niz zaman bu çeşmeden su içebilirsiniz ancak bir şartım var: Su içmeden önce 'besmele' çekeceksiniz, bitirince 'elhamdülillah' diyeceksiniz. Çünkü Müslümanın besmelesiz işi olmaz." dedi.
Ahmet su içince, susayan diğer arkadaşları da âdeta sıra­ya girdi. Ahmet, şartı arkadaşlarına hatırlattı. Onlar da besmele çekerek sularını içtiler.
Bu böyle devam etti, artık herkes besmele çekerek suyu­nu içiyordu. Hatta Mehmet Bey'in adı, "Besmeleci Amca"ya çıkmıştı.
Ahmet bir akşam evlerine gittiğinde babası için içki sof­rası hazırlanmıştı. Babası içki bardağını eline alınca Ahmet: "Dur baba, besmele çekerek iç." dedi. Babası birden irkilerek
"Ne diyorsun sen, buna hiç besmele çekilir mi?" diyerek tepki gösterdi. Ahmet: "Ama baba, Müslüman besmele çekmeyeceği şeyi yapmaz ki? Bakkal amca bize besmelesiz su içmeyin, diye hatırlatmada bulundu." dedi. Babasının keyfi iyice kaçmıştı. Hanı­mını çağırıp içki sofrasını kaldırttı ve derin derin düşünmeye başladı. Ahmet'in söylediği söz onu çok etkilemişti: "Müslüman, besmele çekemeyeceği işi yapmaz ki!"
Ahmet'in babası o gece tövbe etti ve bir daha "bütün kötülüklerin anası" olan içkiye (2) el uzatmadı.
Müslümanın dilinden hiç düşürmeyeceği zikri ve virdi, eûzü besmeledir.
Eûzübillâhimineşşeytanirracîm= Kovulmuş, taşlanmış şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım.
Bismillâhirrahmânirrahim= (Her işime) Rahman ve Ra­him olan Allah'ın adıyla başlarım.
Besmelede Allah'ın güzel isimlerinden üç tanesiyle dili­mizi tatlandırarak işimize, aşımıza, sözümüze başlıyoruz. Allah, rahman ve rahim...
Müslümanın her işi besmeleli olmalı, besmele çekileme­yecek işlerden uzak durulmalıdır. Besmelesizlik, hayırsızlıktır, bereketsizliktir ve her işine şeytanı ortak etmek demektir.
Sakın besmeleyi unutma. Çünkü besmele tüm hayırlı işlerin açılış sloganı ve anahtarıdır!
Bismillah diyen, Allah adına hareket ettiği için çok büyük işler başarır, kolaylık ve yardım görür, sıkıntıları aşar, yaptığı iş­ten zevk alır. Rabbinin sayısız nimet ve lütfuna kavuşur. Besme­le, şeytana karşı en etkili manevî tedbir ve silâhtır.
Herhangi bir işe başlarken besmele çekmenin hükmü, işin mahiyetine göre değişir.
Haram ve yasak olan şeylere besmele çekmek haramdır. Meşru ve helâl olan şeylere besmele çekmek sünnettir. Necaset mahallinde, pis olan yerlerde, çıplak bulunurken besmele çekil­mez, mekruhtur.
Öyleyse haydi çocuklar! Bir besmele daha çekelim ve hep iyi ve güzel işler işleyelim.
KAYNAKLAR :
1- Münavî, Feyzu'l- Kadir 5/ 13 (6284); Nevevi, Ezkar 103; Aclunî, Keşfu'l-Hafa 2/174.
2- Münavî, age. 3/507.

2) ALLAH BENİMLE BERABERDİR
"İmanın en üstünü, nerede olursan ol, Allah'ın seninle olduğunu bilmendir"(1)
İnsan, her an ve her zaman, nerede olursa olsun Allah'ın kendisinin yanında olduğunu bilmeli ve buna göre ha­reket etmelidir.
Öğretmen Ali Bey, derste bunu söyleyince Emine: "Öğretmenim Allah bize çok mu yakın? Yakınsa biz O'nu niçin göremiyoruz?"diye sordu. Ali Bey: "Evet, yavrum, bizimle be­raber ve bize çok yakın olduğunu bizzat Rabbimiz bildiriyor: "Siz nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle be­raberdir." (57Hadid,4)
"Biz insana şah damarından daha yakınız." (50 Kaf, 16) Ancak biz Allah'ı dünyada değil, cennette göreceğiz. Çünkü bizim gözlerimiz güneş ışınlarından, güçlü ışıklardan bile etkileniyor. Ama cennette gözlerimiz Allah'ı görebilecek şekilde yaratılacaktır. Sevgili Peygamberimiz: "İhsan; Allah'ı görü­yormuş gibi ibadet etmendir. Çünkü sen Allah'ı görmesen de Allah'ın seni gördüğünü bilmendir. "(2) buyurmuştur.
Arkadaşlar! Bazı şeyler vardır ki biz onları hissederiz ama göremeyiz. Mesela; acı, tatlı, sevme, acıma, koku gibi... Şimdi bunları göremiyoruz diye inkâr edebilir miyiz? Parmaklarınızla tuttuğunuz kalem, kendi kendine olabilir mi? "Olamaz" diyor­sunuz değil mi? Peki ya parmaklarınız? Parmaklar mı, kalem mi? Yine bazı arkadaşlarımızın takmış olduğu gözlük, ustasız olabilir mi? Peki ya göz? Gözlük mü harika, göz mü harika? Gözlük ken­di kendine olamıyor da, ondan çok daha harika ve canlı olan göz nasıl kendi kendine olur? Gözün bir parçası olduğu ve onun gibi birçok harika organlardan teşekkül eden vücut, nasıl kendi kendine olur?
Ali Bey'in bu sorusuna sınıf hep birden: "Elbette hiçbir şey kendi kendine olamaz. Bir yaratan vardır."diye cevap ver­diler. Bu cevaptan sonra sınıfta bir sessizlik oluşur.
Parmak kaldırarak izin isteyen Hasan söz alır:
"Hocam, babamla köyümüze gitmiştik. Dedemin koyun­ları var. Bu koyunlar âdeta fabrika gibiler. Koyunlar hammadde olarak sadece ot, yem yedikleri halde süt, yün, enerji, gübre gi­bi maddeler üretiyorlar. Ayrıca, her sene kendisi gibi bir fabrika (kuzu) daha doğuruyorlar. Yeryüzünde bunun gibi sayısız fab­rikalar var. Acaba koyun denilen bu fabrikanın kendi kendine olması mümkün mü? Bu fabrikanın bir ustası olması gerekmez mi? İşte biz, koyun ve daha onun gibi sayısız canlıları yaratana Allah (c.c.) diyoruz.
Ali Bey, Hasan'ın bu katkısından dolayı çok memnun oldu ve teşekkür etti. Bundan cesaret alan Yasin de söz aldı ve şu kıssayı anlattı: "Bir gün dağ başında bir çobana rastlayan Hz. Ömer ona: 'Bana birkaç koyun satar mısın?' der. Çoban, 'Satamam, Çünkü koyunlar benim değil, sahibinin izni olmazsa olmaz.' der. Hz. Ömer, çobanı denemek ister: 'Satarsın, sonra da mal sahibine, kurt yedi, öldü dersin. Nereden bilecek?' der. Çoban öfkelenir: 'Efendi, efendi sen ne diyorsun bana? Ben patronu kandırabilirim ama her şeyi görüp bilen Allah'ı nasıl kandıracağım?' diye karşılık verir. Bundan son derece memnun kalan Hz. Ömer, kendini tanıtır ve çobanı tebrik eder."
Ali Bey, Yasin'e de teşekkür ederek konuyu şöyle bağlar:
Arkadaşlar! Biz Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. Evrendeki büyük küçük her varlık O'nun eseridir. Öyleyse bu eserlere bakarak Allah'ı tanıyabiliriz. O'nun sıfatlarından biri de BASAR'dır. Yani O, gizli açık her şeyi görür, bilir. Biz nerede olur­sak olalım, Allah'ın bizimle beraber olduğunu unutmayalım ve ona göre yaşayalım.
Şair ne güzel söylemiş:
"Seni hatırlarım nereye baksam...
Her şeyi yaratan biri vardır, derim.
İsmini söylüyor biz duymasak da,
Şu güneş, şu ağaç, şu rüzgar derim..."
Kaynaklar:
1. Münavi, Feyzul Kadir 2/29(1243); Hindî, Kenzul-Ummal 1/39.
2. Buhari, İman 37; Müslim, İman 1,5,7; Ebu Davud, Sünnet 116; Tirmizi, İman 4; Nesai, İman 5, 6; İbni Mace, Mukaddime 9.

3) İNANDIĞIMIZ GİBİ YAŞAMALIYIZ
" İman ve amel iki (samimi) arkadaştır. Her biri ancak diğeriyle ayakta durur. İman olmadan amel fayda vermez. Amel olmayınca da iman kâmil olmaz." (1)
İnsanın bu dünyada en önemli meselesi ne olmalıdır?" diye bir soru sorulsa ve tek cümleyle cevap istenilse "İman edip onu ölene kadar korumak" diye cevap verebiliriz.
İmanın korunması ve devamı için ise salih amellere ihti­yaç vardır. Sulanmayan, bakılmayan ağaçlar, çiçekler solar ve kurur. Salih amelle güçlenmeyen iman da zayıflayıp yok olmaya mahkûmdur. İman toprağa ekilmiş bir çekirdek gibidir, onu ge­liştirmek elimizdedir. Bir öğrenci düşünün; okula gidip geliyor, dersle, öğrencilikle hiç alakası yok. Bir memur düşünün; önemli bir göreve gönderildiği halde işini asıp, işinin dışındaki .şeylerle uğraşıyor. Bir esnaf var ki; müşterinin bol olduğu bir anda dük­kanını bırakıp gidiyor. Böyle kimseleri parlak bir gelecek bek­lemez.
İnanç kalbin, görev ise bedenin işidir. Kişinin imanının icabı olan şeyleri yerine getirmesi, iyi Müslüman olduğunun belirtisidir. Her Müslüman inancının adamı olmalı ve İslam'ı en güzel şekilde yaşamaya çalışmalıdır. Kur'an-ı Kerim'de 72 yerde imandan hemen sonra salih ameller zikredilir. Bu da gösteriyor ki, imanın arkasından salih ameller, ibadetler gelmelidir. Bu konudaki âyetlerden birisi şöyledir:
"İman edip salih amel işleyenler halkın en hayır­lılarıdır. Onların Rableri katında mükâfatları, altla­rından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacak­ları Adn cennetleridir. Allah (c.c.) onlardan razı olmuş­tur. Onlar da Allah (c.c.)'tan razı olmuşlardır. Bu, Rabbinden korkan kimseler içindir." (98 Beyyine, 7-8)
İbadetlerle beslenmeyen imanın son nefese kadar korun­ması zordur. Çünkü işlenen günahlar kalbin kararmasına sebep olur. İnandığı gibi yaşamayan insan, bir gün yaşadığı gibi inan­maya başlar. Her şeyin alâmeti vardır. İmanın alâmetleri de ibadetler, güzel ahlâk ve iyi işlerdir. İman elektriğe; amel de elektrik enerjisiyle çalışan âletlere benzer. Elektrik olmadan bu âletler çalışmaz. Ama bu âletler olmadan da elektrikten yararlanılamaz. Elektrik ne kadar fazlaysa, ne kadar güçlüyse o kadar fazla cihazı çalıştırabilir. İman da ne kadar güçlüyse insan ibadetle­rinde, yaşantısında o kadar başarılı olabilir.
Tarlamız, bahçemiz olsa, ekip dikip bakmazsak ne olur? Yaşanmayan iman da böyledir... Öğretmen: "Öyle değil mi ar­kadaşlar?" deyince, Ali izin istedi ve şöyle katkıda bulundu:
"Bir arkadaşımız bizimle beraber okula kaydolsa ancak okula devam etmese o da okulda okumuş sayılır mı? Okuyan­larla bir tutulur mu? Okuyanların hak ettiği diplomayı alabilir mi?" Sınıfta herkes birbirine baktı ve hep birlikte: "Hayır" cevabını verdiler. Ali sözünü şöyle tamamladı:
"İşte inandığı gibi yaşayanlarla, yaşamayanlar da böy­ledir."
İslam'ın biri inanç, diğeri de amel olmak üzere iki yanı vardır. Bunlar birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır. İman etmek gerekli, fakat yeterli değildir. İman son değil, başlangıçtır. İma­nın bir kısım gerekleri vardır. Öyleyse bu iki samîmi arkadaş (İman ve amel) birbirinden mahrum edilmemelidir.
Şu öyküye kulak verelim:
"Nasreddin Hoca merhum, tarlasında çalışırken tanı­madığı biri seslenmiş:
"Efendi amca, falan köye kaç saatte ulaşabilirim?"
Hoca cevap vermemiş. Adam üç kere daha sormuş ve yine cevap alamayınca, bu adam sağır diye düşünmüş ve dö­nüp yürümeye başlamış. Tam dönemece varınca, Hoca mer­hum:
"Evlat, gel!" diye seslenmiş ve yanına gelen adama: "Sen o köye tam üç saatte gidebilirsin." demiş. Adam kızmış:
"Bey amca, madem biliyordun neden önceden söyle­medin?" demiş. Hoca merhum:
"Senin nasıl yürüdüğünü görmeden, o köye ne kadar sü­rede varabileceğini nasıl bilebilirim ki?" demiş.
Evet, inanç bir başlangıçtır, ancak bundan sonra İslam yoluna girip sağa - sola sapmadan yürümek gerekir.
Ağacı koruyan kabuğudur. Kabuğu besleyen ağacın özü­dür. İmanı koruyan amellerdir, amelleri devam ettiren de iman­dır. Birbirlerinin ayrılmaz parçalarıdır. Birbirlerinden ayrılırlarsa ikisi de kuruyup ölür.
Kaynaklar:
1. Münavî, Feyzul- Kadir 3/180 (3105).

4) NAMAZ CENNETİN ANAHTARIDIR
"Namaz, cennetin anahtarıdır" (1)
Sevgili Peygamberimizin "Namazın dindeki yeri, vü­cutta başın yeri gibidir." (2) buyurarak önemine dik­kat çektiği ve "Beş vakit namaz, birinizin kapısının önünden akan nehir gibidir... O kişi günde beş defa o nehirde yıkanırsa, bu onda kirden bir eser bırakır mı?" (3) diye insanı cennete ha­zırlamasını vurguladığı namaz, gerçek bir temizleyici ve günah­lardan koruyucu bir ibadettir. Rabbimiz: "Namazı dosdoğru kıl. Kuşkusuz namaz, ahlâksızlıktan ve kötülükten alıkoyar." (29 Ankebut, 45) buyurmuştur.
Ensardan bir genç beş vakit namazı Hz. Peygamberle birlikte kılıyordu ama her türlü kötülüğü de yapıyordu. Durum Hz. Peygamber'e iletilince: "Kuşkusuz namazı, onu kötülükten ahkor." buyurmuştur. Hakikaten bu genç, çok geçmeden tövbe etmiş; durumu düzelerek zahid ashabın içinde yer almıştır." (4) Büyük bilginlerden Ebu Osman En-Nehdi anlatıyor: Bir gün Selman-ı Fârisi (r.a.) ile bir ağacın altında oturu­yorduk. Selman ağaçtan kuru bir dal kopardı ve onu yaprakları dökülünceye kadar salladı. Ben de kendisine bakıyordum.
"Ebu Osman!" dedi. "Neden böyle yaptığımı sormaya­cak mısın?"
Ben de "Neden öyle yapıyorsun?" diye sordum. Şunları söyledi:
"Bir gün Peygamber Efendimizle böyle bir ağacın gölgesinde oturuyorduk. Benim yaptığım gibi, ağaçtan kuru bir dal kopardı ve onu yaprakları dökülünceye kadar salladı. Sonra bana dönerek:"
"Selman!" diye seslendi. "Neden böyle yaptığımı sorma­yacak mısın?"
Ben de "Neden böyle yapıyorsun ya Rasülallah" diye sordum.
"Bir Müslüman güzelce abdest alır ve beş vakit namazı kılarsa, günahları işte bu yapraklar gibi dökülür." buyurdu. Ar­dından da şu âyeti okudu: "Gündüzün iki ucunda ve gece­nin gündüze yakın saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilik­ler kötülükleri giderir. Bu buyruklar, Allah (c.c.)'a ina­nanlara bir öğüttür." (11 Hud, 114) (5)
Namaz öyle bir ibadettir ki kötüleri bile yola getirir. İşte bunun öyküsü: Bir grup soyguncu pusuda bir kervan bekli­yorlardı. O sırada Fudayl b. Iyaz bir ağacın altında ibadetle meş­guldü. Fudayl hem soygunculuk yapıyor, hem de namazı terk etmiyordu. Arkadaşlarıyla beraber bir kervanı çevirdiler. Ker­vancılardan biri, kervanın sarıldığını görünce, kervandaki bütün altınları topladı. Kenarda birinin namaz kıldığını görüp yanı­na gitti. Namaz kıldığı için onu emin (güvenilir) görüp:
"Bunları sana emanet ediyorum. Sonra gelir alırım." dedi.
Fudayl: "Şuraya koy!" dedi.
Sonra kervanın yanına döndü. Soyguncuların kervanı soyduklarını, üzerlerinde bulunan diğer malları aldıklarını gör­dü. Kervan yoluna devam edecekti. O şahıs, altınlarını almaya geldi. Namaz kılanı soyguncuların yanında görünce, onların başkanı olduğunu anlayınca içinden: "Eyvah! Kuzuyu kurda emanet ermişim." diye düşündü.
İşte bu sırada soyguncuların başı: "Altınları koyduğun yerden al." dedi.
Adam altınlarını noksansız koyduğu yerden aldı. Gözle­rine inanamadı. Sevinerek gitti. Soyguncular sordu:
"Başkan, altınları niye verdin?"
"Bu adam beni iyi bir kimse sanıp altınları bana emanet etti. Emanete hıyanet olmaz."
Namazla eşkıyalık bir arada yürümez, ya namaz kötülük­ten el çektirir yahut eşkiyalık namazdan alıkoyar.
Cenab-ı Hak, doğru namazın bütün kötülüklerden alıko­yacağını haber vermektedir. Fudayl da kıldığı namaz bereketiyle eşkiyalıktan, kötülükten el çekip hidâyete kavuşmuş ve evliya­nın büyüklerinden olmuştur.
Sevgili canlar, namaz cennetin anahtarıdır. Sakın o anah­tarı elimizden bırakmayalım. Bırakırsak, cennetin kapısını açamayız.
Kaynaklar:
1- Münziri, et- Terğib ve't-Terhib 1/ 364; Münavî, Feyzu'l- Kadir 3/ 550 (4257).
2- Münziri, age., 1/ 365; Münavî, age. 6/ 381 (9705).
3- Darimi, Salât 1.

5) NE OLMAK İSTİYORSUNUZ?
"Allah'ım! Bize imanı sevdir." (1)
İmanı bize sevdiren, kalplerimizi imanla süsleyen, küfrü, fıskı (itaatsizliği ve isyanı) çirkin gösteren Allah (c.c.)'tır. Kuranı Kerim’de "Fakat Allah (c.c.) size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize süslemiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir." buyrulmuştur. (49 Hucurat 7) Çünkü iyiyi kötüyü ayırt eden aklı bize veren, aklımıza iyiyi kötüden ayırt etme gücü veren yüce Allah'tır.
"İman eden kimseler en çok Allah (c.c.)'ı sever­ler." (2 Bakara 165). Birisi size "Ne olmak istiyorsunuz?" diye bir soru yöneltse, aşağı yukarı çoğumuzun cevabı, şu veya bu mevkii- makam sahibi olacağım şeklinde ortaya çıkacaktır.
Cevaplarda unutulan bir nokta var: "İyi insan" olabil­mek, tek kelimeyle "adam olabilmek"... "Okudun yine adam olmadın!" sözü "sıfır"dan bir adım ileri gidememenin ifadesidir.
Öyleyse insanı değerlendiren nedir? İnsanı asıl değer­lendiren inancıdır. Mesela bin (1000) rakamını düşünelim. Burada en önemli rakam birdir. Önde bir (1) olmasa, sıfırlar bir anlam ifade etmez. Ancak öne bir rakam konulunca sayıların değeri artar. İşte o bir imandır. İman olmadan hiç bir şeyin de­ğeri yoktur. İmanla beraber ise çok büyük değer kazanır. İman da yalnız başına yeterli değildir, değerinin artması için nasıl birin yanında diğer rakamlara ihtiyaç varsa imanın yanında da diğer ibadetlere, iyi şeylere ihtiyaç vardır. Yani sıfırlar birin önünde olunca da (001) gibi fazla değer ifade etmez. Onun için işin başı imandır. İman da gereği gibi yapılınca güçlenecektir.
Konya'mızda yetişip yaşamış ünlü bilge ve Allah (c.c.) dostlarından Hacıveyiszâde Hocaefendi, çocukları severken; "Alim ol, kâmil ol, hafız ol, mürşid ol." diye dua edermiş. Hacıveyiszâde'ye hocası: "Oğlum boşu boşuna yorulma; Adam ol deyiver, böyle dua ediver, yeter." dermiş. Gerçekten adam ol­mak önemlidir. Ancak bu, sadece çocukluktan kurtulma gibi ba­sit bir biyolojik olay değildir. Onun için, "Ne olmak istiyorsun?" diyenlere "Adam olacağım!" cevabı verilmelidir.
Öğretmen, eline tebeşiri alıp tahtaya kocaman bir (1) ra­kamı yazar. "Bakın!" der, çocuklara, "Bu, bir (1) rakamı kişilik­tir. Hayatta sahip olabileceğiniz en değerli şey!"
Sonra bir (1) rakamının yanına bir sıfır (0) koyar: "Bu, başarıdır. Başarılı bir kişilik bir (l) on (10) yapar."
Bir sıfır (0) daha...
"Bu, tecrübedir. On (10) iken, yüz (100) olursunuz." Ve sıfırlar böyle uzar gider. Yetenek, disiplin, sevgi, kararlılık, azim... «        .
Güngörmüş tecrübeli hoca, öğrencilere eklenen her yeni sıfır (0)'ın kişiliği, on kat daha zenginleştirdiğini anlatır. Bütün öğrenciler gözlerini açmış, pür dikkat dinlerken hoca eline silgiyi alıp en baştaki l(bir) rakamını siler. Geriye bir sürü sıfır (0) kalmıştır. Ve hoca can alıcı yorumunu yapar:
"Kişiliğiniz yoksa, öbürleri hiçtir!"
Öğrenciler hayatları boyunca unutamayacakları çok önemli bir ders almışlardır. Adam olmak için imanlı, kişilikli ol­mak gerektiğini öğrenmişlerdir. Hani, Hıristiyanken Müslüman olan profesöre: "Önceden adınız neydi?" diye soranlara: "Boş-verin, adam değildim ki, adım olsun!" cevabını vermiş ya. Bunun gibi, önemli olan adam olmaktır. Adam olmanın yolu da, iyi Müslüman olmaktır.
Duamız neydi, hemen hatırlayalım: "Allah'ım! Bize imanı sevdir." Sevdir ki bizler gerçek adam olalım...
Kaynaklar:
1- Ahmed, Müsned 3/ 424.

6) BANA ARKADAŞINI SÖYLE, SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM
"Müminden başkasını dost tutma, yemeğini de ancak muttaki olanlar yesin.' (1)
Dost ve arkadaş seçimi insanın en ciddi tercihle­rinden biridir. Büyükler, "İnsan huy hırsızıdır.","Kıratın yanında duran ya huyundan ya da suyundan..." diyerek ar­kadaş seçiminde dikkatli olunması gerektiğini belirtmişlerdir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de şöyle buyurmuştur: "İnsan, dostunun yaşayış tarzından etkilenir. O halde her biriniz dost edineceği kişiye dikkat etsin!" (2)
Öyleyse herkes, arkadaş olacağı kişilerde iyi özellikler aramayı, kötü arkadaşlardan uzak durmayı, yani arkadaş seç­meyi öğrenmelidir. Zira arkadaş, kişinin sadece bugününü de­ğil, yarınını da etkiler.
Sevgili canlar, bu konuda şu hikâye ne kadar anlamlıdır: Bir tilki ile yılan arkadaş olur ve birlikte yolculuğa çıkarlar. Bir ırmağın kenarına geldiklerinde yılan, tilkiye:
- Tilki kardeş, ben yüzme bilmem. Beni sırtına al da, karşı kıyıya beraber geçelim, der.
Tilki, arkadaşının teklifini kabul eder. Yılan, tilkinin beline sarılır, o da ırmağa girip yüzmeye başlar. Karşı kıyıya vardık­larında yılan:
- Tilki kardeş, ben seni sokacağım, deyiverir. Neye uğra­dığını şaşıran tilki;
- Yılan kardeş, biz seninle arkadaş değil miyiz? Bak ben sana bunca iyilik ettim. Seni sırtıma almasam ırmağı geçemez­din, diye ne kadar dil dökmeye çalıştıysa da yılan hiç oralı olmaz
- Bu benim huyum. Sokmak benim yapımda var, der. Bunun üzerine, tilki bir an durur, sonra yılana:
- Peki yılan kardeş, der. Sok, ne yapalım. Bu benim kaderimmiş. Yalnız, yüzüme bir defacık bak ki, ölmeden önce o güzel gözlerini son bir defa göreyim.
Bu sözlere aldanan yılan, başını uzattığı anda, tetikte du­ran tilki, derhal atılıp, yılanın başını koparıverir. Sonra da, ölen yılanı ırmağın kenarında, kumların üzerine boylu boyunca uza­tır ve kendi hilesine kurban giden arkadaşına şöyle der:
- Yook yılan kardeş! Ben eğri büğrü arkadaş istemem! Benimle arkadaş olacaksan böyle dosdoğru olacaksın!
Evet sevgili çocuklar!
Arkadaş insana çok şey kazandırır, çok şey kaybettirir. Onun için dikkatli olunmalıdır. Nitekim Peygamberimiz, bizleri bakın nasıl uyarıyor: "Ahir zamanda ümmetim içerisinde en az bulunacak şey, helâl para ve kendisine güvenilir arkadaştır." (3) Ve Hz. Muhammed (s.a.v.), şöyle dua ediyor:
"Allah'ım, gözleri üzerimde, kalbi beni gözetleyen, bir iyi­liğimi gördüğünde örtbas edip, bir kötülüğümü gördüğünde ise bunu etrafa yayan hilekâr dosttan sana sığınırım." (4)
"Arkadaşların en hayırlısı, sen Allah (c.c.)'ı andığında yar­dım eden, unuttuğunda da sana Onu hatırlatan kimsedir." (5)
Atalarımız da şöyle demişlerdir: "Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim."
Kaynaklar:
1-Ebu Davud, Edeb 16. Tirmizi, Zühd 56.
2-Ebu Davud, Edeb 16. Tirmizi, Zühd 45.
3-Münavî, Feyzu'l- Kadir 2/71.
4-Münavî, age. 2/ 145.
5-Münavî, age. 3/ 469.

7) UNUTKANLIĞIN SEBEPLERİ
"Bakılması haram olan şeylere karşı gözlerinizi koruyunuz. Pislik ve kötülüklerden uzak durunuz. Cehennemliklerin işlerinden sakınınız"(1).
Günümüz insanlarının en önemli problemlerinden biri de hafıza zayıflığı... Yani günümüz insanları okuyup dinlediklerini aklında tutamayıp kısa sürede unutuyor veya kolay öğrenemiyor.
Yaşadığımız çağda insanın göz ve kulak hafızasına giren lüzumsuz şeyler çok olduğu için insan dimağı çok hırpalanıyor, dolayısıyla da fazla verim alınamıyor. Açıkçası kitle iletişim araç­ları, sokak, çarşı- pazar ilim aşkını köreltip öğrenmeyi, hafızayı etkiliyor.
İmamı Şafiye hocası: "Oğlum! İlim Allah (c.c.)'ın nuru­dur, o nuru, kirli kalplere koymaz. Onun için kalbi karartan gü­nahlardan uzak dur." tavsiyesini yapmıştır.
İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü hocalarından merhum Mahir İz Hocaefendi'ye:
"Hocam! Mâşâallah, çok keskin bir zekanız, muazzam bir hafızanız var. Elli, altmış sene öncesini dün gibi hatırlayıp söyleyebiliyorsunuz! Bunu nasıl başarıyorsunuz? Bunun sırrı nedir?" diye sorduklarında bu değerli âlim, şu ilginç cevabı veriyor:
"Oğlum! Biz Osmanlı'nın ilk mektebine gittik. Bize ilk gün yolda nasıl yürünür, bunun kuralını öğrettiler. Göz, ayağın ucunda olacak yolda yürürken! Gözümüz hep ayağımızın uçun­daydı. Hep önümüze bakardık. Sizler boyuna etrafına bakıyor­sunuz. .. Ona bak, şuna bak... Siz de hafıza olmaz. Günahı göz işlerse de belâsını bütün vücut çeker. Gözler bakar, gönül ra­hatsız olur ve hafıza zayıflar."
Öyleyse hafızamıza güzel ve faydalı şeyler doldurmalı, yanlış şeylere yer vermemeliyiz. Gözümüze, kulağımıza sahip çıkmalıyız. Ekran köleliğinden, haram şeylere bakmaktan koru­yalım ki, hafızamız sağlam kalsın. Hem gözlerimizi bakılması haram olan şeylerden korumak Rabbimizin emridir. (24 Nur, 30-31)
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Bakmak, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim onu benden korktuğu için terk ederse, kalbinde zevkine vara­cağı bir imanı ona nasip ederim." (2)
"Şu altı şeyi kabul edin, garantileyin; ben de cennete gir­menize vesile olmayı garanti edeyim: Konuştuğunuz zaman ya­lan söylemeyin. Söz verdiğiniz zaman sözünüzü yerine getirin. Size bir şey emanet edilince onu yerine getirin, ihanet etmeyin. Gözlerinizi harama dikmeyin. Namusunuzu (iffetinizi) koruyun. Ellerinizi kötülüklerden uzak tutun." (3)
Öyleyse her türlü haramı tehlikeli bir yılan ve akrep gibi görelim. Helâl olmayan şeylerden gözlerimizi koruyalım.
Kaynaklar:
1-Münavî, Feyzu'l- Kadir 4 / 403 (5769).
2-Münzirî, et- Terğib vet- Terhib 3/ 34.
3-Ahmed, Müsned 5/ 323. Münavî, age. 3/ 264.

8) ŞÜPHELİ ŞEYLERDEN SAKINALIM
"Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak"(1)
Şüpheli şeyler; hakkında kesin bilgi olmayan, tered­dütlü şeylerdir. Ayrıca insan, içine sinmeyen, içinin ısınmadığı şeylerden uzak kalmalıdır. Çünkü şüpheli şeylerle meşgul olmak, harama düşmeye de sebep olur. Kuşkulu ve te­reddütlü işler yapmak, tehlikeli bölge yakınında gezinmek gibi­dir. Her an harama düşme tehlikesi ile başbaşa kalmak de­mektir. Oysa "Korkulu rüya görmektense uyanık durmak yeğ­dir." İşte sevgili Peygamberimizin uyarısı:
"Helâl da bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır, insanların çoğu bunların helâl mı haram mı olduğunu bilmez. Şüpheli şeylerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüpheli şeylere giren harama da düşer. Böylelerinin durumu tıpkı koruluğun etrafında koyunlarını otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. "(2)
Bu hadis-i şerifi babasından dinleyen Hasan: "Baba, bu gün ne olmuş, duydun mu?" diye heyecanla sordu. Babası: "Hayırdır yavrum, ne olmuş?" deyince Hasan: "Bu gün kom­şumuz Bayram amca, koyunlarını komşusunun tarlasının ke­narında otlatırken, onun ekili tarlasına kaçırmış, kavga edip mahkemelik olmuşlar.. Yine haberlerde duydum. Mantar yiyen köylüler zehirlenmişler. Demek ki babacığım bilmediğimiz şüpheli şeylerden uzak durmak gerekiyormuş."
Fatma söz alıp başka bir olay anlattı: "Komşunun çocuğu iyi bilmediği yerlere gidip kaybolmuş, evlerini bulamamış. Yol üzerinde bulunan bir polis karakoluna sığınmış. Onu evlerine polis amcalar getirmişler."
Çocukların heyecanla babalarıyla sohbetlerine kulak veren anne söze karıştı: "Ben de gazetede okudum. Doğuda bir ilde çocuklar tarlada buldukları ve oyuncak sandıkları bir şeyle oynarken patlamış ve ölenler olmuş..."
Kısa bir sükuttan sonra baba devreye girip konuyu şöyle tamamlar: "Yüce Rabbimiz: "Hakkında bilgi sahibi olma­dığın şeyin ardında gitme.."(17 İsra, 36) buyuruyor.
Öyleyse bilmediğimiz şeyleri ya bilenlerden sorup öğ­renmeli ya da terk etmeliyiz. Körü körüne hareket etmemeliyiz. Tehlikeli yerlerden uzak durmalı, iyi bildiğimiz şeyleri yapma­lıyız.
Hem şüpheli şeyler insanı huzursuz eder. Acaba mı? Olur mu, olmaz mı? gibi insanı tereddüde, karamsarlığa düşürür.
En iyisi helalliği belli olanı almalı, yemeli, harama düşme riskine girilmemelidir. Allah Rasülü ne güzel buyurmuş:
"Şüpheyi bırak. Şüphe vermeyene bak!"
Kaynaklar:
1. Tirmizi, Kıyamet 60.
2. Buhari, İman 39; Müslim, Müsakat 107; Ebu Davud, Büyu 3.

9) BİLMEDİĞİMİZİ BİLMEK
"Fayda vermeyen ilim, Allah (c.c.) yolunda harcanmayan, kendisinden faydalanılmayan hazine gibidir" (1)
Abdullah bin Mübarek'e: "Allah (c.c), akşam öleceği­ni bildirse ne yapardın? diye sorduklarında: "Kalkar ilim öğrenirdim." cevabını verir. İlimden daha güzel, daha üstün meşguliyet ne olabilir ki? Sevgili Peygamberimiz: "ilim talebi için yola çıkan kimse dönünceye kadar Allah (c.c.) yolundadır." (2) buyurmuştur.
Yüce Rabbimiz: "İnsanların, annelerinin karnından hiçbir şey bilmez olarak.."(16 Nahl, 78) dünyaya geldiğini belirtir.
İnsanın şerefi, değeri, şanı Yüce olan Allah (c.c.)'ın bir sı­fatı olan ilme sahip olmasıyladır. Ancak sadece bilmek, öğren­mek yetmez. Öğrenilen bilgiyi uygulamak, yaymak da gerekir.
"İnsanlar dört kısımdır:
1. Bilen ve bildiğini bilen insandır ki, âlim budur, buna tâbi olunuz.
2. Bilen fakat bildiğinin farkında olmayan kimsedir ki, bu kimse uykudadır, onu uyandırınız.
3. Bilmeyen fakat bilmediğini bilen kimsedir ki, bu doğruya ulaşmayı ister, siz onu Hakk'a ulaştırınız.
4. Bilmeyen fakat bilmediğini de bilmeyen kimsedir ki, bu şeytandır, ondan kaçınız."(3)
Acaba bildikleriyle amel etmeyenler neye benzerler? So­rumuzun cevabını İmam Gazali'den alalım:
"Bildiği ile amel etmeyenler (sayfaları ilimle dolu) kitap ve defter gibidir. Başkalarına faydası var, fakat kendisi bir şey anlamaz. Bilek taşı gibidir. Bıçağı biletir, keskinleştirir, fakat kendisi kesmez. İğne gibidir. Başkalarını giydirir, fakat kendisi daima çıplak durur. Lamba fitili gibidir. Başkasına ışık verir, fakat kendisi yanar." (4)
Peygamber (s.a.v.) şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Fayda vermeyen ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve kabul edilmeyen duadan Sana sığınırım. "(5)
İnsan bilmediğini bilirse daha çok öğrenir, eksiklerinin farkına varır ve kendisini yetiştirir.
İmam-ı Azam'ın talebesi Ebu Yusuf kadı olur. Kendisine bir şey sorulur. O: "Bilmiyorum." der. Kendisine: "Hem devlet bütçesinden maaş alır, geçimini sağlarsın, hem de bilmiyorum, dersin. Bu olacak iş değil!"denir. Ebu Yusuf: "Ben devlet büt­çesinden bilgim kadarını alıyorum. Eğer bilmediğim şeyler için bana maaş verilmeye kalkışılsaydı, bütün dünya malı bile buna yetmezdi."cevabını verir.
Öyleyse biz de bilmediğimizi bilelim, en kutlu yola, okumaya, öğrenmeye, ilim yoluna girelim.
Kaynaklar:
1. Münavi, Feyzul- Kadir 4/325.
2. Münavi, age. 6/176.
3. Razi, Tefsir-i Kebir 2/281-2; Bursevî, Ruhul-Beyan Tefsiri 6/148.
4. Gazali, İhya1/140.
5. Müslim, Zikir 73; Ebu Davud, Vitir 32; Tirmizi, Daavât 68.

10) ÇOCUKTAN AL HABERİ
"Çocuklarınıza değer verin ve onları güzelce terbiye edin." (1)
Çocuk büyütmek başka, çocuk yetiştirmek ise çok da­ha başka bir şeydir. Çocuğu okula göndermek, ye­dirip içirmek, giydirip gezdirmek, asla onu yetiştirmek değildir. Eğer öyle düşünülürse faturası ağır olur.
Bir çiçeği bile yetiştirmek için o işin inceliklerini bilmek gerekirken, yaratılmışların en kıymetlisi ve en kompleksi olan insanı yetiştirmek için de, o işin inceliklerini öğrenmek gerekmez mi?
Çocuklar sadece bilgiyle yetişmez, onların güzel örnek­lere de ihtiyacı vardır. Onun için Hz. Ali (r.a.): "Çocuklarınızla 7 yaşına kadar oynayın, 15 yaşına kadar arkadaş olun, 15 yaşın­dan sonra da istişare edin." diyor.
Bir anne oğluyla konuşuyor: “Geçen hafta sınıf birincisi oldun diye ne kadar sevinmiştim. Bugün komşunun çocuğun­dan işittim, üçüncülüğe düşmüşsün. Ayıp değil mi?”
Çocuğun cevabı: “Biraz da arkadaşlarımın anneleri se­vinsinler anneciğim. Hep sen mi sevineceksin?”
Sevgili can dostlar!
Şimdi de "Çocuktan al haberi" dedirtecek öyküleri hatır­layalım:
İmam-ı Azam hazretleri çamurda oynayan bir çocuk görür ve: "Oğlum, aman dikkat et, ayağın kayar çamura düşer­sin." der. Çocuk: "Ben çamura düşersem sadece benim elbise­lerim batar. Asıl siz âlimler dikkat edin. Eğer sizin ayağınız kayar­sa, tüm insanlar batar, kirlenir." cevabını verir.
Bir Allah dostu anlatır:
"Bir gün bir bahçenin kenarından geçiyordum. Bir çocuk o bahçedeki meyvelerden toplayıp torbasına dolduruyordu. Bu hali görünce hemen:
- Bırak onları oğlum! Başkasının meyvesini toplamaya ne hakkın var?" dedim. Bu söz üzerine çocuk bana döndü:
- Burasının başkasının olduğuna dair ispatın ne? Burası bizim bahçemizdir, meyveler de bizimdir."dedi.
Çocuğun bu açıklaması beni çok utandırdı. İşin aslını bil­meden konuştuğum için mahcup oldum. Dönüp çocuğa şöyle dedim: "Evladım, Allah (c.c.) senden razı olsun, bilmeden ve araştırmadan konuşmama konusunda bana iyi bir ders verdin."
Hani Hz. Ömer'i ağlatan çocuğu hepiniz bilirsiniz. Hz. Ömer, sabah namazına gidiyordu. Küçük bir çocuğun koşarak camiye gittiğini gördü.
- Yavrucuğum, nedir bu telaşın, bir derdin mi var? diye sordu. Çocuk: "Camiye gidiyorum amcacığım" diye cevap ver­di.
- Yavrum, daha henüz yaşın çok küçük! deyince, çocuk ayıplar bir tavırla:
- Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu? Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü.
Hz. Ömer çok duygulandı ve çocuğa dua etti.
İşte iyi yetişmiş, iyi yetiştirilmiş çocuklar böyle olur.
"Çocuklarınıza değer verin. Ve onları güzelce, terbiye edip yetiştirin."
Hz. Mevlânâ ne güzel söylemiş: "Çocukları okşamak Sevgili Peygamberimiz'den biz Müslümanlara kalmış bir mi­rastır. Hz Peygamber: "Çocuğu olan çocuklaşsın." buyurmuş­tur, dedi ve şu şiiri okudu:
"Babanın aklı dünyayı ölçerse de, küçük çocuğun an­laması için "ti, ti" der. Madem ki, işim gücüm çocuklardır, o hal­de çocukların diliyle konuşmak lazımdır."
Kaynaklar:
1- İbni Mâce, Edeb 3; Münavî, Feyzul- Kadir 21 90.

11) ALLAH’IN AFFETMEDİĞİ ŞEY: KUL HAKKI
"Şehidin kul borcu dışındaki bütün günahları bağışlanır." (1)
Şehitlik en önemli ve faziletli bir mertebe olmasına rağ­men, kul borcuyla, kul hakkıyla ilgili şeylerini Allah (c.c.) bağışlamıyor. Öyleyse kul hakları konusunda çok dikkatli ve duyarlı davranmalıyız. Kimsenin hakkına tecavüz etmemeli, kimsenin hakkını üzerimize geçirmemeliyiz. Yüce Rabbimiz şöyle uyarıyor:
"Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksız­lıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin. Ha­ram ile nefsinizi mahvetmeyin." (4 Nisa, 29)
Gasp, hırsızlık, aldatma, yalan, dolandırıcılık, zarar ver­mek yasaktır, günahtır. Temiz insan; temiz şeylerle gıdalanmalı, temiz kazanmalı, temiz şeylere harcamalıdır. Zira temizler yurdu olan cennete ancak temiz olanlar girecektir.
Bir Kıbrıs gazisi anlatıyor:
"Düşman bir saatlik çatışma neticesinde imha edilip, o günkü harekât son bulunca şehitlerimizi, seyyar karargâhımıza taşıdık. Sımsıcak kanları hâlâ, hâki renkli elbiseye yayılmaya devam ediyordu.
Karargâha geldiğimizde, bölük komutanımız, şehit olan askerlerin kimliklerini tespit ederken, birinin göğüs cebinden çıkan nota dikkat kesiliyor. Ne olduğunu bilmiyoruz tabii... Ama komutanın gözlerinin yaşarmasından içli bir şey yazılı ol­duğunu anlıyoruz. Bir şeyler mırıldanan komutan, bize dönüp sordu:
"Kayserili falanca asker kim?" Hiçbirimizden cevap gel­medi. Demek ki arkadaşımız da yok. Fakat hatırlanıyor hemen. Geride üç şehit daha var. "Acaba onlardan biri mi?" diye baktı­ğımızda, tahminimizin doğruluğunu anlıyoruz. Komutanın sor­duğu Kayserili arkadaşımız da şehadet şerbetini içmiş.
Hadiseyi öğrenen komutan, sanki bir bildiği varmış gibi, o askerin de cebine bakıyor. Evet! Onun da aynı şekilde not bı­raktığı belli gibiydi.
Biz bu ufak notların ne olduğunu merak ederken, Kay­serili arkadaşımızın da cebinden çıkan notu okuyan komu­tanımız, acayip bir renk alıyor. Peşinden şehidin kanlı cesedine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyor.
Sonra komutanımızın dudaklarından şu cümleler dökül­meye başlıyor, ağlayarak:
"Arkadaşlar! Sizlere moral vermesi, maneviyatınızın kuv­vetlenmesi bakımından, şu anda aramızdan şehadet şerbetiyle ayrılan iki arkadaşımızın sırrını ifşa ediyor, açıklıyorum. Çünkü ikisi de sadece bana yazılmış not..."
Hepimiz dikkatle dinliyoruz.
"Az önce cebinden çıkan notu okuduğum Yozgatlı arka­daşımız, 'Komutanım! Bu sırrımı size söylüyorum. Eğer şehadet şerbetini içersem, Kayserili falanca arkadaşımdan borç aldığım, yirmi lirayı ödeyebilir misiniz? Ahirete borçlu gitmek istemi­yorum.' diyordu. Benim için bundan daha şerefli bir görev olur muydu? Bir şehit askerimin borcunu ödeyecek ve bahtiyar olacaktım. O bakımdan ismi geçen alacaklının kim olduğunu sordum size. Maalesef o asil arkadaşımız da şehadet şerbetini içmişti. Merak ederek onun da cebine baktım. İşte size, o arka­daşımın yazdığı notu da okuyorum.
'Komutanım, Yozgatlı falanca arkadaşımın bana olan borcunu helâl ettiğimi mahcup olur diye söyleyemedim. Eğer şehadet şerbetini içersem, bana olan borcunu ödeyemedim di­ye üzülmesin. Siz ona hakkımı helâl ettiğimi söyleyebilir mi­siniz?' O sırada bütün bölük, hüngür hüngür ağlıyordu."
İşte kul hakkına duyarlılık, böyle olmalı.
Kaynaklar:
1- Müslim, İmare 119.

12) CANIM KURBAN OLSUN SENİN YOLUNA
"Sünnetimi yaşatan beni sevmiştir. Beni seven cennette benimle beraberdir." (1)
İki genç sohbet ediyorlardı. Söz, Hz. Peygamber'den, O'nun yolundan gitmekten ve sevmekten açılmıştı. Gençlerden biri: "Keşke Hz. Peygamber'in yaşadığı dö­nemde yaşasaydım da onun devesi olsaydım!"dedi. Diğeri, ar­kadaşını uyardı: "Kardeş! o'nun ümmeti olmak varken, niçin deve olmayı istiyorsun?.."
Evet, onun ümmeti olmak! Yunus Emre'nin: "Canım kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed" diyerek sevgisini, saygısını belirttiği gibi, bizim de onu çok sevmemiz gerekir. Zira Yüce Yaratıcımız: "Peygamber, mü'minlere kendi canla­rından daha evlâ(sevgili)'dır." buyurur. (33 Ahzab, 6)
"Ekmeği seviyorum demekle" karnımız doymaz. "Helâl kazancı severim" diyenin cebi dolmaz. Doymak için ekmeğe, kazanç için emeğe ihtiyaç vardır. Bunun gibi, "Allah ve Rasülü'nü çok seviyorum" demek yetmez, bu sevgiyi ispatlayacak olan yaşantıyı ve bağlılığı göstermek lâzımdır. Nasıl mı? İşte ör­nekler:
Bir gün Gazneli Mahmut, vezirinin oğluna seslenirken, "Ey vezirin oğlu!"diye seslenir. Yani çocuğu ismiyle çağırmayıp böyle çağırır. "Vezirin oğlu" diye çağırınca, vezir endişelenir ve:
"Ey Padişahım! Sen her zaman oğluma ismiyle hitap ederdin. Bugün acaba size karşı bir hatası, bir kusuru mu oldu da siz: 'Ey vezirin oğlu!' dediniz, der. Bunun üzerine Gazneli Mahmut:
"Vezir! Ben Muhammed ismini hiçbir zaman abdestsiz ağzıma almadım. O anda abdestim yoktu, bu yüzden 'Ey vezirin oğlu!' diye seslendim." der. Vezirin oğlunun ismi Muhammed'miş...
Evet, can dostlar, onun adı dillerde, sevgisi gönüllerde, sünneti / yaşantısı hallerde olmalıdır.
Sultan Abdülaziz, yatağında çok ağır hasta olduğu halde yatmaktadır. O anda huzura bir mektup getirilir.
- Bu mektup Medine'den geliyor, dedikleri zaman Sultan Abdülaziz yatağından doğrulur, hürmet ve tazimle ayağa kalkar. Her ne kadar doktorları ve yardımcıları:
- Aman efendim, ayağa kalkmayın! Sıhhatiniz buna elverişli değildir, dedilerse de,
- Rasülullah'ın beldesinden gelen bir mektubu yatağımda nasıl alabilirim!"der.
İşte peygamber sevgisi, işte O’na bağlılık örnekleri…
Kaynaklar:
1- Münavî, Feyzul- Kadir 6/ 40 (8346).

13) YARIŞI SEVER MİSİNİZ?
"İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli ve ağırbaşlı kimselere yakışır.n (1)
Peygamberimizin bu tarifinden anlıyoruz ki, iyilik, iyi­lik yapmak herkese nasip olmuyor. Herkes iyilik ya­pamıyor. "Hayırlı işlerde cevvaliyet, ümmetimin seçkinlerinde bulunan bir özelliktir. "(2) buyuran Sevgili Peygamberimiz işte bunu ifade ediyor.
Yüce Rabbimiz: "İyi işlerde birbirinizle yarışın."(3) emrini veriyor ve hayır yarışında bulunanları şöyle tanıtıyor: "Rablerine olan saygıdan dolayı titreyenler, Rablerinin âyetlerine inananlar, Rablerine ortak tanımayanlar, Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar; işte onlar, iyiliklere ka­vuşurlar ve iyilik için yarışırlar." (23 Mü'minun, 57-61)
Ömrünü İslamî atmosferde geçirmeyi gaye edinen in­sanların tek düşüncesi vardır. O da iyilik yapmaktır. Onlar iyi­liğin anahtarıdırlar.
"İnsanlardan öyleleri vardır ki, hayrın/iyiliğin anahtarı, şerrin/kötülüğün kilitleridir. Öyleleri de vardır ki, şerrin anah­tarı, hayrın kilitleridir. Allah (c.c.)'ın ellerine hayrın anahtarını verdiği kimselere müjdeler olsun. Ellerine şerrin anahtarlarını verdiği kimselere de yazıklar olsun. "(4) Şeyh Sadî de şöyle seslenir:
"Evladım! İhsan et! (iyilik yap) Zira vahşi hayvanlar tuzak ile avlanır. İnsanoğlunun gönlü ise ihsan/iyilik ile kazanılır."
Sevgili Peygamberimiz şöyle uyarır:
"Köleleri para verip satın alarak hürriyetine kavuşturdu­ğu halde, hür olan insanları iyiliklerle kazanmayan insanların haline şaşarım. Halbuki bu daha sevaplıdır. "(5)
Sevgili çocuklar, şu hikâyeyi dikkatle okuyalım:
Bir genç, bir kuzunun boynuna ip bağlamış, ipin ucu da elinde yolda gidiyordu. Kuzu, sürekli genci takip ediyordu. Biri, gence dedi ki: "O kuzu elindeki ipten dolayı senin peşinde dolaşıyor. İpini bırakırsan senin arkandan gelmez."Genç elin­deki ipi bıraktı. Kuzu yine gencin arkasından gitmeye devam etti. Genç koşmaya başladı, kuzu da arkasından koşmaya baş­ladı. Durunca o da duruyordu. Genç, adama dönerek: "O kuzu­nun benim arkamdan gelmesi, boynundaki ipten dolayı değil, benim yaptığım iyiliktendir. Ben onu yedirip içirdiğim, bakıp beslediğim için benim ardımda geziyor."
İşte iyilik böyledir. Bir kuzu bile kendisine iyilik yapanın peşinden gider. Öyleyse herkes iyilik yapmalı, iyilik yapmayı sevmeli, iyilik yapmada yarışmalıdır. Yaptığı iyilikleri başa kalkmamalıdır. İyilik yaparak insanları sevindirmeli, gönüllerini ka­zanmalıdır.
Hz. Ali (r.a.)'yi bir gün ağlarken görenler, niçin ağladığını sormuşlar. Şu cevabı vermiş: "Yedi gündür soframdan bir Müslümana tek lokma ikram etmek nasip olmadı. Sadece kendini düşünen, nefisperest bir Müslüman oldum gibi geliyor bana; işte bunun için ağlıyorum." Evet, haydin yarışa...
"İyilik yapmak ancak dinine bağlı, asaletli, ağırbaşlı kim­selere yakışır."
Kaynaklar:
1. Münavî, Feyzul-Kadir 2 / 390 (2119); Taberani, Mucemul- Kebir 8/ 175.
Heysemi, Mecmauz-Zevaid 8/183.
2. Münavi, age. 3/250(3312).
3. 2 Bakara, 148; 5 Maide, 48; 35 Fâtır, 32; 57 Hadid, 21.
4. İbni Mace, Mukaddime 19. Münavi, age. 2/528.
5. Münavi, age. 4/306.

14) AĞZI OLAN KONUŞUYOR
"Hayır konuşmak, susmaktan hayırlıdır. Susmak da, kötü konuşmaktan hayırlıdır." (1)
Konuşmak, insana has Allah (c.c.)'ın en güzel lütuflarından birisidir. Ağzımız bize yemekten daha iyi bir şey için verilmiştir. Güzel şeyler söylemeye alıştırırsak, biçimi de güzelleşir. Tatlı dilin yerini hiçbir şey tutamaz. Mevlânâ ne güzel söylemiş:
"Dil, tencerenin kapağına benzer. Oynadı mı, içinde ne var anlarsın." "İnsan dilinin altında gizlidir. Bu dil ruh kapısının penceresidir. Bir rüzgâr perdeyi kaldırınca, evin içerisi bize görü­nür. "
Dil, bir kelime ağacıdır. Aşılanmış bir meyve ile yabanisi arasında ne derece fark varsa, terbiyeden geçmiş bir dille, ter­biye görmemiş bir dil arasında o kadar fark vardır. Biri bal gibi tatlı, diğeri ise zehir gibi acıdır.
Ağzı olan konuşuyor da acaba ne konuşuyor? Hemen öykümüze geçelim:
Boş boğazın biri Sokrat'a müracaat ederek güzel konuş­ma dersleri almak istediğini bildirmiş. Sokrat, öğretmenlik ücreti olarak başkalarından istediği ücretin iki katını istemiş. Adam bu­nun sebebini sorunca da, Sokrat filozofa yakışır biçimde cevap vermiş:
"Sana söylemeyi öğretmek kolay, susmayı da öğretmek gerek."
Adamın biri hem lafazan hem de ahmaktır. Sakalı süt gibi beyaz olmasına rağmen saçına hiç ak düşmemiştir. Bir mecliste bu adamın saçı ile sakalı arasındaki bu farkın neden kaynak­landığı konuşulur. Bilgelerden biri der ki:
"Bunda bilinmeyecek ne var? Bir şey çok kullanılırsa el­bette eskir. Bu adamın da çenesi çok kullanıldığı (çok konuştu­ğu) için eskiyip ağarmış. Beyni ise hiç kullanılmadığı (düşünerek konuşmadığı, aklını hiç kullanmadığı) için saçlarına bir şey olmamış!
İşte böyle dostlar. Ağzı olan konuşuyor da; aklı olan öl­çülü, dengeli, faydalı ve lüzumlu şeyleri konuşuyor. Aklını kul­lanmayanlar ise boş boğazlık yapıyor, ne konuştuğunu bilmiyor. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Halbuki; iyiyi görelim, iyi şeyler duyalım, iki dinleyelim bir konuşalım diye, Allah (c.c.) bir ağız, iki göz, iki kulak vermiş...
Yüce Rabbimiz: "İnsanın konuştuğu şeyleri yazan bir gözcünün (meleğin) olduğunu" bize bildirir. (50 Kaf, 18)
Gerektiği yerde, gerektiği kadar konuşmayı öğrenmemiz gerekir. Hem güzel konuşmalı, hem de güzel olan şeyler konu­şulmalıdır.
"Güzel konuşmak çok laf etmek değildir. O, Allah ve Rasulü'nün sevdiği şeyi açıkça ortaya koymaktır. Gerçek tutukluk, dil tutukluğu değil, hakkı bilmemektir."(2)
Sevgili Peygamberimiz: "Kulağın hoşlanmayacağı (din­leyeni rahatsız edecek) her şeyden, sözden kaçın!"  (3) tavsiye­sinde bulunmuştur.
"Geveze, hayasız ve cimri olması, kişiye kötülük olarak yeter." (4)
Dilin kemiği yoktur, ancak sorumluluğu vardır. Onun için atalarımız: "Bülbülün çektiği dil belasıdır." demişler. Bülbül gü­zel öttüğü için kafese konulur. Yeri ve zamanı belirlenmemiş söz­ler de felaket getirir. Bazı kişiler güzel ve iyi şeyler söylediklerini sanarak başlarına iş açabilirler. Onun için temkinli, tutarlı, fay­dalı şeyler söylenmelidir.
Kur'an-ı Kerim'de güzel söz bir ağaca benzetilir. Kökü top­rakta sabit, dalları semada devamlı meyve vermektedir. Çirkin söz ise çirkin bir ağaç gibidir. Ne sağlam bir kökü vardır ne de sağlam bir meyvesi...(14 İbrahim, 24- 26) Yine kaba ve çirkin sözler, merkebin anırmasına benzetilmiştir. (31 Lokman, 19)
Kötü sözlerin açtığı yara kapanmaz. Kanaması dursa da izi kalır. O izler hep sahibini hatırlatır.
Kelimeler bomba gibidir. Fitilini çekmeyi bilmezseniz eli­nizde patlayabilir. Yunus'un ifadesiyle;
"Söz ola kese savaşı,
Söz ola kestire başı." Yani söz savaşı da keser, başı da kestirir.
Müslüman, ne haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan konumuna düşmeli, ne de gıybetle, iftirayla "ölü kardeşinin etini yeme" (49 Hucurât, 12) durumuna düşmelidir.
İki şey akıl kıtlığına işarettir: Konuşulması gereken yerde susmak, susulması gereken yerde konuşmak.
Konuşmak herkese, ne konuştuğunu bilmek ise akıllılara mahsustur...
"Hayır konuşmak, susmaktan hayırlıdır. Susmak, kötü konuşma

ÇOCUKLARA ÖYKÜLERLE KIRK HADİS