Gökkuşağı Aile Eğitim Yardım ve Gençlik Derneği, Köse Yazarlari, Psikoloji Makaleleri, Aile Konulu Makaleler, Kalemden Kelama Konular, Dini Konu Makaleler, Dernek,
sivil toplum kuruluşu, gönüllü, üyelik, toplum hizmeti, faaliyet, etkinlik, kampanya, proje, bağış, yardım, eğitim, sağlık, çevre, insan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, engelliler,
İslamiyet güzel bir dindir. Kamil ve olgun bir dindir. Bunlara ilaveten yüce bir dindir. Bu dinin müntesipleri de güzel, olgun ve yüce insanlardır. Müslümanların bu güzel hasletlere sahip olmasının altında yatan ise dinimizin ahlak ve edep kurallarına, prensiplerine uyulmasıdır. Bir başka manada, bir müslümanda dinin güzelliğinin varlığı, o insanın ahlaklı ve edepli olmasına bağlıdır. Dinimizi, güzel ahlaklarımız ve edeplerimizle güzelleştirmek mecburiyetindeyiz. Dine inandığımız halde, ahlakı ve edebi yönünü ihmal edersek, dinimizdeki güzelliği muhatabımıza aksettirmek de oldukça zorlanırız.
Kur'an-ı Kerim, kendisine iman edenleri davranışlarının düzeltilmesine davet eder. İlahi bir davetin ve kontrol altında yaşama inancını sık sık bağlılarına hatırlatır. Tevbe suresinin 105. ayeti bu gerçeğe işaret ederek, meseleye açıklık getirir:
"De ki: Dilediğinizi yapın. Çünkü Allah da Rasülü de mü'minler de işlerinizi görecektir. Sonra gizliyi ve aşikarı bilen Allah'a döndürüleceksiniz. O, size yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir."
Kur'an-ı Kerim ile sıkı münasebeti olan uzmanlarımız, bu Ayet-i Kerime'den hareket ederek şu tesbiti yapmışlardır.
"Bu ayet, her türlü teşvik ve sakındırmayı içinde toplamıştır. Ve yine bu ayet Allah'a itaat edenler için büyük bir teşvik, günahkarlar ve sırat-ı müstakim kaçkınları için de büyük bir tehdit ifade eder. İşte bu ayet insanın dini, dünyası, hayatı ve ahireti hususunda muhtaç olduğu her şeyi içinde toplamaktadır.
Müslüman olarak bir insanın işlemiş olduğu ameller veya diğer bir ifade ile yapmış olduğu faaliyetler üç noktada özetlenebilir. Bunlar:
1-Kalbin faaliyetleri,
2-Aklın faaliyetleri,
3-Bedenin faaliyetleri.
İşte bu üç alanda gerçekleşecek faaliyetlerin düzgün, güzel, planlı, programlı, örnek olması kişinin davranışlarının düzgün olmasına bağlıdır.
Ruhunu, fikrini yanlış mecralara satanların, bedenini yanlış yollarda kullananların yaptıkları faaliyetler elbette ki bir başkası için örnek olamayacaktır. Düşünmenin de bir ibadet olduğu gerçeğikabul görmediği müddetçe, yanlış, noksan, yamuk fikir ve görüşler, etrafımızı imara değil tahribe yönelik faaliyetler içerisinde ele alınır.
Tevhid anlayışımızdan doğan sözler, iş yapıcıdır, tesir edicidir. Gerçeklerden uzak olan insanların sözleri, kalemleri ise kavgaya ve savaşa sebep olur.
İnsan söz ile başkalarını etkilediği gibi, büyük sevaplar ve günahlar da işleyebilir.
"Yahudiler: Allah'ın elleri bağlanmıştır, dediler. Söyledikleri bu söz yüzünden lanetlenmişlerdir."[1]
Kur'an-ı Kerim, değişik ayetlerde doğru konuşma üzerinde durmakla kalmamış, doğruyu güzellikle söylemeyi sık sık hatırlatmıştır.
Küp, içinde olanı dışa sızdırdığı gibi, insanın içinde olanı dışa yansıtması onun gerçek kimliğini ortaya kor. İnsanın içinde olan iki güzel haslet vardır. Bunlar; takva ve ihlastır. Takva ve ihlasa sahip olan insanın, dış dünyasında ise iki güzellik görülür. Bunlar da; ahlak ve ihsandır. İhsan, bir müslümanın hayatını çeki düzene sokarak yaşamasıdır. Bu gerçekler Allah yolunda ömür tüketenler içindir. Allah'ın yolundan başka yollara yönelen insanların kalplerini Rabbimiz saptırır. Kalbi eğri olanın, hayatı da eğri olur. Düşüncesi, yorumları, hayat tarzı yanlış ve eğrilerle dopdoludur. Saf suresinin 5. ayeti bu acı gerçek üzerinde durmuştur.
Rabbimiz Zariyat suresinin 16. ayetinde mealen şöyle buyurur:
"Çünkü onlar, bundan önce dünyada güzel davrananlardı."
Demek oluyor ki, aklî ve kalbî dünyamızla yaptığımız faaliyetler ve bedenimizle yaptığımız tüm ibadetler, güzel ifa etmekle muhataplarımıza teşvik edici, gayr-i müslimlere ise hidayete sebep olucu özelliğe sahip olmalıdır.
Organlarımızla yaptığımız tüm amellerde adap, ahlak, güzellik olmazsa, örnek olma özelliği yoktur. Halbuki, müslümanın kıldığı namaz, bir diğerine örnek olmalıdır. Evliliği, haccı, umresi, ticareti, seyahati, oturup kalkması, yeyip içmesi, giyinip kuşanması, konuşup dinlemesi vs. gibi her türlü faaliyetlerimiz belli bir kural, belli bir prensip ve plan dahilinde icra edildiğinde örnek olabilmektedir. Bu güzel kurallara, mesaj veren adablara riayet edilmezse itici bir hüviyetimiz olur. Namazımız başta olmak üzere yaptığımız tüm ibadet ve görevlerle mıknatıs gibi çekici olacağımıza, ham demir gibi itici oluruz.
Unutmayalım ki, kişiyi toplum içinde üstün kılan özelliği, hizmetlerinde çok çalışmak değil, karekterinde, yaşayışında ve hayat tarzında ölçülü olmaktır.
İşte elimizdeki bu eser, tüm bu denilenleri su yüzüne çıkaran, yaşamanın nasıllığını, niceliğini ve niteliğini tesbit eden bir eserdir. Şimdiye kadar yazılmış olan eserlerden farklı bir özelliği söz konusudur. Ele alınan konular güncelleştirilmiş ve uygulama hususunda yönlendirme özelliği ihmal edilmemiştir. Tüm okuyucularımızın istifade edeceğine inandığımız eser, yazarı açısından da önem arzetmektedir. Halil Atalay hocamız, cidden planlı, programlı yaşamayı kendisine şiar edinmiş bir yazarımız, yayına başladığı ilk gününden beri de Ribat Mecmuamız'ın demirbaş muallimlerindendir. Başta Ribat okuyucuları olmak üzere tüm müslüman kardeşlerimizin istifadesine sunulmuş olan eserin müellifini bu açıdan tebrik ediyorum. Kendisi ile uzun bir zamana dayalı birlikteliğimiz mevcuttur. Şimdiye kadar hiçbir vazifeyi ihmal etmemiş ve gücü nisbetinde ifa etmiş, sıcağı sıcağına zamanında işi başarmıştır.
Kelamların ve sözlerin çoğalıp, icraatların azaldığı şu zamanlarda, ümit ediyoruz ki, büyük bir boşluğu dolduracaktır. Tepeden tırnağa vücut organlarının her birine yakışan görgü, yaşama kuralları, hayat tarzımıza yönelik yaşama prensipleri, yaşayacağımız hayatın sanatını da ortaya koymaktadır.
Muhterem müellife ve velinimetimiz olan şerefli okuyucularımıza tebrik ve teşekkürlerimi sunarken, eserin hayırlara vesile olmasını diliyorum.
28.10.2000
Abdullah Büyük
HALİL ATALAY
1961 Eskişehir doğumlu. Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunudur.
Ribat FM, KON-TV gibi yayın organlarında da programlar yapan yazarımız, seri konferanslar vermekte ve ilmî çalışmalar yapmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde pek çok makaleleri yayınlanmıştır.
Yayınlanmış Eserleri:
1- Fikri Tevhide Doğru(Ribat Neşriyat, 1992),
2-Kırk Hadiste Hayatımız (Uysal Kitabevi, 1997),
3-Huzur Hutbeleri 1 (Uysal Kitabevi, 1997),
4-Huzur Hutbeleri 2 (Uysal Kitabevi, 1997),
5-Huzur Sohbetleri 1 (Uysal Kitabevi, 1997),
6-Kırk Hadiste İslam Ahlâkı (Uysal Kitabevi, 1998),
7- Günlük Hayatımızda Büyük Günahlar (Ribat Yayınları, 1999)
8- Görgü Kuralları Ansiklopedisi (2 Cilt, Ribat Yayınları, 2001)
9- İrfan Ordusuna Notlar (2002)
10- İslami Ölçülerle Ticaret Ahlâkımız (Ribat Yayınları, 2003)
11- Hikmet Deryası (Ribat Yayınları, 2003)
12- Gönül Sohbetleri (Ribat Yayınları, 2003)
13- Çocuklara Öykülerle Kırk Hadis (Ribat Yayınları, 2007)
14- Edebül-Müfred Tercüme ve Şerhi (Ribat Yayınları, 2009)
15- (Hüner Yayınevi)
16- (Hüner Yayınevi)
17- (Hüner Yayınevi)
18- (Hüner Yayınevi)
19- (Hüner Yayınevi)
ÖNSÖZ
İnsanı en güzel şekilde yaratan ve sonra ona edebi öğreten Yüce Allah'a hamdederiz. Rabbimiz tarafından "uyulması gereken en güzel örnek" olarak beyan edilen, ahlakı ve edebi Kur'an'da övülen her hususta örneğimiz ve önderimiz olan Hz.Muhammed (s.a.v.) inal ve ashabına, etbaına sonsuz salatü selam ederiz.
İslam ölçü dinidir. Herşeyde ölçüyü ve ölçülü olmayı esas alır. İnsanlar arası ilişkilerde de ölçüye, görgü kurallarına uymak gerekir. İnsanlar arası ilişkilerde yalnız siyasi, sosyal, iktisadi ve hukuki bilgiler yeterli değildir. Görgü kuralları bir başka deyişle Adab-ı Muaşeret; insanların birbirleriyle iyi münasebetler kurabilmeleri ve sürdürebilmeleri için gereklidir. İnsanın en başta kendine, daha sonra çevresine duyduğu saygının dışa vurumu görgü kurallarına uymakla kendini gösterir ve belli eder. İnsan sosyal bir varlıktır. Sevilmesi veya sevilmemesi bu ilişkilerine bağlıdır. Görgü kuralları: insanların sevgi, saygı, birlik, beraberlik ve güzellik içinde yaşamalarını sağlar.
Görgü kurallarına uymakla hayatımız güzelleşir ve daha bir anlam ve değer taşır. Görgü kuralları yaşanmak için konulmuştur. Ancak yaşanarak görgü kurallarının varlığı, canlılığı sürdürülebilir. Onun için inançta ve amellerde devam ve süreklilik esastır. Müslümanın amelleri onun kişiliğini, dinine olan bağlılığını, sadakatini ve samimiyetini ortaya koyar. Görgü kurallarına uyulabilmesi için ise bilinmesi, anlaşılması ve sevilmesi gerekir. İşte bu kitapla bu amaçlanmıştır.
Görgü kurallarına uymak, kişinin inancındaki oturmuşluğu ve istikrarı ortaya koyar. Çünkü görgü kurallarına uymak bir kişilik ve kimlik meselesidir. Görgü, yaşamayı bilme sanatının özüdür. Görgünün kaynağı, terbiye ve nezakettir. Görgüden maksat, insanlar arası ilişkilerde olgunluktur, medeniliktir. Görgü kurallarının amacı da, kişilerin, ailenin ve toplumun huzurunu sağlamaktır. İnsan hayatını daha düzeyli, daha disiplinli, daha canlı, daha heyecanlı tutan ilke ve prensiplere “Görgü Kuralları” adı verilmektedir.
Arkadaşlarımızla yaptığımız geniş ve uzun süreli istişareler sonucunda, bu alanda yapılacak ciddi ve kapsamlı bir çalışmanın insanımıza daha faydalı olabileceği kararına vardık ve bu konuyu seçerek üzerinde çalıştık.
Eser hazırlanırken şunlara dikkat ettik.
a)Konular seçilirken, hayatın tüm yanları göz önünde bulundurulmuş, geniş bir konu taraması yapılmış ve çok önemli görülen konular tercih edilerek üzerinde çalışılmıştır.
b)Mevzular hazırlanırken kaynaklara çok itina gösterilmiş, okuyucularımızın daha çok istifade edebilmeleri için bütün kaynaklar gösterilmiştir.
c)Konu, bütünlük içinde ele alınmış, konunun ilgilendirdiği bütün alanlar gözden geçirilmiş, mevzuyu anlamamıza daha yararlı olacak tefsir, hadis, fıkıh, siyer, ahlak, hukuk vs. eserlerden istifade edilmiş, mevzular zaman zaman güzel örneklerle zenginleştirilmiştir.
d)Konu bütünlüğü bozulmadan, uzun olmaması ve daha kolay anlaşılması için ara başlıklar konulmuş, genelde konuların sonuna alınan dersler ve ibretler bölümleri maddeler halinde ve özet olarak verilmiş ve böylece mevzunun akıcılığı sağlanmıştır.
e)Konuların günümüze bakan yanları ve yönleri üzerinde de durulmuş, gerekli açıklamalar, yorumlar yapılarak kültürümüzün, örfümüzün ve ahlakî yaşantımızın önemi vurgulanmıştır.
f)Eserde genel konular ele alınmış, özellikle görgü kurallarını ve bütün değerleri öğrenmede birinci mektep olan "Aile" yle ilgili Adab-ı Muaşeret'e yer verilmiştir.
Bu eserin birinci baskısı Ribat Yayınları tarafından 2000 yılında, ikinci baskısı Kitapkent tarafından … üçüncü baskısı ise Hüner Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Büyük teveccühe mazhar olan eser, pek çok Radyo ve Tv programlarında okunup anlatıldı, yıllardır pek çok Müslüman grubun sohbet kitabı, pek çok Kur’an Kursunun ders kitabı oldu, istifade edildi. Yeni baskısına ihtiyaç hissedilen bazı konuları ilave ettik.
Bu çalışmalarımızın salih ameller olarak amel defterimize kaydedilmesini dilerken, bu çalışmaların okuyucularımıza faydalı olmasını niyaz ediyorum. Daha nice hayırlı hizmetlerde buluşturmak dileğiyle sözümün başı ve sonu Allah'a hamdetmektir.
Halil ATALAY
6 Recep 1421
4 Ekim 2000 KONYA
GİRİŞ
İnsanın hayatının gayesini anlayarak, bilerek, tanıyarak, severek yaşayabilmesi için uyması gereken kurallar vardır. Hem insan sadece kendi başına değil ki? Bir toplum içinde yaşıyor, dünyanın hiçbir yerinde insanlar yalnız yaşamaya muvaffak olamazlar. İnsan sosyal bir varlıktır. İşte, sosyal düzen kuralları bu tabii ihtiyacı en iyi şekilde karşılamayı ve birlikte yaşamayı çekilmez olmaktan çıkarıp anlamlı kılmaya yönelik eylemlerdir. İslam âdabının gayesi, müslümanları, Allah Teâlâ'nın beğendiği bir edeple süsleyerek, başka insanlarla olan münasebetlerinde ölçülü hareket etmelerini sağlamak; hem şahsın hem de toplumun huzur içinde yaşamasını temin etmektir. Adab ve ahlak dini hayatımızda ve eğitimimizde vazgeçilmez bir öneme sahiptir ve âdâb-ı muaşereti öğrenmek farz-ı ayndır: "Kulun dinini icrası (ikamesi ve yaşaması) Allah için amelinin ihlası ve Allah'ın kullarıyla muaşereti hususunda muhtaç olduğu ilmi öğrenmesi İslam'ın farzlarındandır.[2]
İnsanlar arasında saygı, sevgi ve güven hissinin yerleşmesi, insanî ilişkilere ait kuralların çok iyi bilinmesi ve bizzat yaşanmasıyla sağlanır.
İnsanın övgüye değer, takdire şayan söz veya davranış tarzlarını uygulamasına "edeb" denir. Edeb, İslam'ın güzel saydığı söz ve davranışlardır. Ki, dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel saydığı bütün söz ve davranışları kapsar. Edep, sözlükte, "iyi terbiye, naziklik, usluluk, zariflik, hicap ve haya " manasına gelir. Edebin çoğulu "Adâb"tır. Terim olarak ise, Rasül-i Ekrem (s.a.v.)'in Sünnet-i Seniyyelerine uygun bir şekilde hareket etmek demektir. Sünnet-i Seniyye kavramı ile ifade edilen onun davranış biçimleri, ruhi, aklî ve kalbî, özellikle sosyal hastalıkların ilacıdır. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin terbiyesini Yüce Allah yapmış, O'nu en güzel bir ahlak üzere güzelce terbiye etmiş ve O'nu her hususta bütün beşeriyete mümtaz ve müstesna bir imam ve rehber olarak göndermiştir. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz : "Rabbim beni terbiye etti de ne güzel yaptı terbiyemi"[3] buyurmuştur.
Edeb: Her konuda haddini bilip, sınırı aşmamak, insanlara iyi muamelede bulunmak, sünnet üzere hareket etmek, hataya düşmekten sakınılacak şeyi bilmektir.
Her yerin, her meclisin ve her makamın kendine göre bir davranış şekli vardır. İşte edep gerek söz planında gerekse davranış planında her yerin hakkını gözetlemek, oraya ait özellikleri takınmak ve gerekeni yapmaktır. Mesela: Eve girip çıkmanın, yiyip-içmenin, yatıp-kalkmanın, giyinip-kuşanmanın, misafir ağırlayıp-uğurlamanın, konuşmada kullanılacak üslubun, insanlarla olan muaşeretin, aile fertlerine karşı olan muamelenin, büyüklere ve küçüklere karşı tutum ve davranışların, Yüce Allah'a karşı ibadet etmenin kendine göre edebleri vardır.
Muaşeret ise, "birlikte yaşayan kişilerin iyi geçinmesi" demektir. Buna göre âdâb-ı muaşeret deyince, "Topluluk halinde bir arada yaşayan insanların iyi ilişkiler içinde başarılı olmalarını sağlayan bilgiler" akla gelmektedir. Buna halk arasında "görgü kuralları" denmektedir.
Toplum fertlerinin yaşayış ve karşılıklı münasebetlerine genel ve ortak bir tarzda hakim olan ve aksine davranışların yerine göre ayıp, terbiyesizlik, edepsizlik sayılarak kınandığı ahlaki ve içtimaî kuralların bütününe hukukta "umûmî âdab" denir.
Edeb; "Edeb Yâ hû!" ihtarına muhatap olmamaktır.
Eğer insanoğlu edepten mahrum ise insan değildir. İnsanın hayvandan farkı edeptir.
Gözünü aç ve Allah'ın bütün kelamına dikkat et,
Ayet ayet bütün Kur'an'ın manası edeptir. (Hz.Mevlana)
Alimler edep hakkında çok şeyler söylemişlerdir. Edeb insanın kendini tanımasıdır. Edebe riayet etmeyen bir kimse Allah'a kavuşamaz, yani veli olamaz.
İlim ve tahsilin insana kazandıracağı ilk şey edeb ve incelik değilse başka birşey de olamaz. Gerçek akıl ve tahsil sahiplerine hiç yakışmayan şey kontrolsüz davranışlar ve edep dışı hareketlerdir. İnandığımız nizamın ve kutsal Kitabımızın özü edebtir. Saygı ve edepte cimri olanın parada cömert olması bir kıymet ifade etmez.
İslam iman ve namazla başlayıp erkan ve edeple devam eden ve derinleşen ilahî bir nizamdır.
"Efendi! Anla ki, insanın tenindeki can ne ise edep de odur. İnsanların kalbindeki, göğsündeki nurlar edepten ibarettir.
Ayağını iblisin kafasına koymak, ona hakim olmak istiyorsan, gözünü aç, anla ki şeytanı öldüren edeptir." (Hz.Mevlânâ)
Edebin zıddı, edepsizliktir. Bu kelimeyi kendisine söylediğimiz biri hemen tepki gösterir, neden? Çünkü edepsizlik başlı başına bir musibettir de ondan, çok kötü çağrışımlar yapar da ondan...
Edep sadece bir ahlak kuralı değil, müslümanlığın gereğidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Hiçbir baba evladına güzel edepten daha değerli bir armağan ve daha önemli bir miras bırakamaz."[4] "Çocuklarınıza değer verin ve güzelce terbiye edin, edebini güzel yapın."[5]"Çocuğun ana-babası üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim vermesi, iyi bakması ve güzel bir edeple yetiştirmesidir."[6]
Edepsiz kimseler yalnız kendini rezil ve perişan etmez, belki etrafını da fesada verir. Çünkü edepsiz kimseler Allah'ın lütfundan mahrum kalmışlardır.
Ayet-i kerimelerde pekçok edep dersleri verilir. Konular geldikçe bu hususlarla ilgili örnekler verilecektir.
Sünnet-i Seniyye, edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki, altında bir nur, bir edep bulunmasın. Cenab-ı Hakk edebin bütün çeşitlerini, Habibi'nde toplamıştır.Onun sünnet-i seniyyesini terk eden edebi terk eder.
Âdâb-ı muaşeret, insanca yaşamayı bilme sanatıdır. Adâb-ı muaşeret sadece bir nezaket kuralıdeğil, bir mecburiyettir, insan olmanın gereğidir, başkalarının hakkına saygılı olmanın icabıdır.
AMELLERİN KABULÜNDE EDEBİN YERİ
Bazı edepli haller belki farz değildir. Fakat farz olarak eda edilen amellerin kabul edilmesinde büyük etkisi ve tesiri vardır. Farzların edep dışı ifası halinde, o farzlar yerine getirilmiş olarak kabul edilse bile; o ibadet ve muameleler pek makbule geçmezler ve sahibine çok sevap kazandırmazlar. Enes bin Malik (r.a.) "Amelde edep, onun kabulüne işarettir" der. Bu demektir ki, ibadetlerde edebe riayet ne kadar fazla olursa kabulüne dair ümit de o derece fazla olur. İslam'da ibadetler, ancak âdabına riayet edildiği zaman makbuldür.
Celal el-Basri şöyle demiştir: "Tevhid imanı gerektirir. İmanı olmayanın tevhidi de yoktur. İman şeriatı (tatbik etmeyi) gerektirir, şeriatı olmayanın imanı ve tevhidi de olmaz. Şeriat edebi gerektirir. Edebi olmayanın şeriatı, imanı ve tevhidi de olmaz. "Şu halde imanın kemali, ibadetlerin kabulü ancak adab ve erkanına riayetle mümkündür. Adabına riayet edilmeden yapılan ibadetler Allah indinde makbul değildir. Adab ve erkanı, adab-ı muaşereti bir ayrıntı gibi görmemeli, gereken önemi vermeli, İslam dininin en ayrıntı gibi görünen en küçük meselesi bile uygulanmalıdır. Kelâmullah baştan başa edeptir. Rasülullah (s.a.v.)'in sîreti ve sünneti tümüyle edeptir, İslam dini edep dinidir.
Âdâb-ı muaşeret bir başka deyişle görgü kuralları; insanların birbirleriyle iyi münasebetler kurabilmeleri ve bunu sürdürebilmeleri için gereklidir. İnsanın en başta kendine, daha sonra çevresine duyduğu saygının dışa vurumu adab-ı muaşerete riayetle kendini gösterir.
Abdullah b.Mübarek şöyle demiştir: "Edebi küçümseyip önem vermeyen, sünnetlerden mahrumiyetle cezalandırılır. Sünnetleri küçümseyen, farzlardan fire vermeye başlar. Farzları küçümseyen, marifet-i İlahiden mahrum olur."
"Kul, taatı sayesinde cennete, taatındaki edeb sayesinde de rıza-i Bâri'ye kavuşur."[7]
Şair ne güzel söylemiş:
Ey özünü insan bilen,
Var edeb öğren edeb.
Ey edeb erkân bilen,
Var edeb öğren edeb.
Gel, Hakka olma âsî,
Ta gide gönlün pası,
Dört Kitab'ın manası,
Var edeb öğren edeb.
Edeb gerektir kula,
Tâ işi temiz ola,
Edepsiz girme yola,
Var edeb öğren edeb.
(Kaygusuz Abdal)
Âdab-ı Muaşeret’in “ahsen-i takvim” üzere yaatılan ve “eşref-i mahlukât” olan insanın sosyal hayatta saygıyı ve saygınlığını korumasını amaçlayan kurallar olduğu söylenebilir.
Aslında her insan, insan olması sebebiyle, saygı değerdir. Ancak her sosyal çevrede “edeb” sahibi yüksek kültürlü ve tahsilli insanların daima özel bir yerlerinin bulunduğu kabul edilir. İslâm’da sınıf farkı bulunmamakla birlikte, ilim ve irfan erbabı, faziletli insanlar daima övülmüşlerdir.
Rasûlullah (s.a.v.): “Güzel bir görünüm (hüsn-i hal, düşünerek ve ağırbaşlı davranma (temenni), ölçülü olma (iktisat) peygamberliğin kırkta biridir.” buyurarak, âdâb-ı muaşeretin önemine dikkat çekmiştir.[8]
Adab-ı muaşeret, insanları birbirine sevgi, saygı ve insanlık bağlarıyla bağlayacak özelliklere sahip davranış biçimlerini konu edinen, iyiye, güzele ve estetiğe davet eden bir hayat disiplini olması itibariyle sosyal hayatın en önemli kaynaştırıc öğelerinden biridir.
BİRİNCİ BÖLÜM
İBADETLERDE ÂDÂB VE ÖLÇÜ
1- EÛZÜ-BESMELE ADABI
İslam'da gerek dünya gerek ahiretle ilgili olsun her önemli ve meşru işe besmele ile başlamak tavsiye edilmiş olup, tüm hayırlı işlerin açılış sloganıdır. Hz. Peygamber (s.a.v.),"Besmele ile başlanmayan işlerin bereketsiz ve neticesiz kalacağını" belirtmiştir[9] ve kendileri fiili olarak uygulamış, her hayırlı işin başında besmele çekmiştir.
Allah'ın ölçüleri doğrultusunda bir hayat yaşayan müslümanın dilinden hiç düşürmeyeceği zikri ve virdi, Eûzü besmele'dir.
Türkçe'de "besmele çekmek", "bismillah demek" deyimleri besmeleyi okumak anlamına gelir. "Eûzü besmele" ise "Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım" anlamındaki "Eûzü billahi mineşşeytânirracîm" cümlesiyle besmelenin ortak adıdır.
İstiaze: Himayeye girmek, onun sayesinde hoşlanılmayan şeyden kendisini korumak anlamında bir şeyin yanında yer almak demektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'den gelen haberlerde şerrinden Allah'a sığınılan şeyler pek çoktur.[10] Öyleyse hep Allah'a sığınmalıyız. Elmalılı merhumun dediği gibi; "Herşeyden önce gafletimizden, vesvesemizden, şeytanlıklardan annmak için bütün bilinç gücümüzle Allah'a sığınarak "Eûzü billahi mineşşeytanirracîm" diyelim ve o her şeyi çeken kuvveti yaşamak için, "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla" demek olan besmele anahtarına yapışalım.[11]
İslam, bir kimsenin her işe Allah adı ile başlamasını ister. Eğer bu bilinçli bir şekilde ve samimiyetle yapılırsa şu üç güzel sonucu doğuracaktır:
1-Bu kişiyi kötülükten uzak tutacaktır. Çünkü, Allah ismi onun, kötü bir niyeti veya yanlış bir davranışı O'nun (Allah) adını anarak yapmaya hakkı olup olmadığı konusunda düşünmesini sağlayacaktır.
2-Kişi meşru bir işe başlarken Allah'ın adını anarsa, onun her hareketi tabiatıyla Allah'ın rızasına uygun yapılmış olur.
3-O Allah'ın yardım ve nimetiyle karşılaşacak ve şeytanın aldatmacalarından korunacaktır. Çünkü kim Allah'a yönelirse Allah da ona yönelir.[12]
Şeytan azılı ve apaçık tarihi düşmanımızdır. Onu iyi tanımalı ve hilelerine karşı uyanık olmalıyız. Şeytanı küçülten ve kahreden söz, eûzü besmeledir.
Ebu Melih anlatır: Ben Rasülullah (s.a.v.)'ın terkisinde (arkasında) idim. Hayvanının ayağı kaydı. Ben "Şeytan helak olsun, kahrolasıca şeytan" dedim. Rasülullah (s.a.v.): "Kahrolasıca şeytan" deme. Gerçekten sen böyle dediğinde şeytan büyüdükçe büyür (şişer) ve ev gibi olur ve bu işleri ben kendi gücümle yaptım, der (havalanır). Lakin, Bismillah (Allah'ın adıyla oldu) de, sen böyle söylediğin zaman, şeytan küçülür, hatta sinek kadar küçülüp gider" buyurdu.[13]
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Evine giren bir kimse, hem girerken hem de yemek yerken besmele çekerse, şeytan adamlarına, "Burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz" der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan adamlarına, "Geceyi geçirecek bir yer buldunuz." der. O kimse yemek yerken besmele çekmezse, şeytan kendi adamlarına, "Hem barınacak yer hem de yiyecek yer buldunuz." der.[14]
Öyleyse bir kimse evinden içeri "Bismillah" diyerek girmeli, böylece şeytana, o evde kalma fırsatı vermemelidir. Yemeğe "Bismillah" diyerek başlamalı, bu suretle şeytana, o yemeğe ortak olma veya bereketini giderme fırsatı verilmemelidir. Her fırsatta Allah Teala'yı anarak şeytanın ümitlerini kırmalıdır. Besmele şeytana karşı en etkili manevi tedbirdir.
İslam, her türlü meşru işin başında besmele çekilmesini teşvik etmiştir. Bir müslümanın herhangi bir işe başlamadan önce besmele çekmekle, "Nefsim veya başka bir varlık adına değil Allah adına, O'nun rızası için ve O'nun izniyle başlıyorum." demek ister; O'nun Rahman ve Rahim isimlerinin tecelli etmesini beklediğini, böylece hem dünya hem de ahiret saadeti dilediğini, giriştiği işe güç yetirebilmesi için gerekli olan kudretin Yüce Allah tarafından ihsan edilmesini temenni ettiğini ve kendisinin devamlı olarak O'nun yardımına muhtaç olduğunu bildirmiş, böylece ezeli kudretin yardımını celbetmiş olur.
"Bismillahirrahmanirrahim" cümlesi, Arşı ferşe bağlayan ve kâinatı ışıklandıran ve her dakika herkes O'na muhtaç olan öyle bir hakikattir ki, milyonlar defa tekrar edilse yine ihtiyaç vardır. Değil yalnız ekmek gibi hergün, belki hava ve ziya (ışık, enerji) gibi her dakika ona ihtiyaç ve iştiyak duyarız."[15]
Besmele de Allah (c.c.)'ın güzel isimlerinden üç tanesiyle dilimizi tatlandırarak işimize, sözümüze başlıyoruz.
Rabbimiz, "Herşey Allah'ı teşbih eder de siz onların teşbihinden anlayamazsınız."[16] buyurur. "Bismillahi'rrahmanirrahim" deyip yürüyen insan, "dağlar ile, taşlar ile, seherdeki kuşlar ile" Allah'ı zikretmeye başlayan müslümandır.
Biz eûzü besmeleyle Kur'an okumaya başlarız. Allah'ın kelamını yine Allah kelâmıyla açarız. Allah'ın kelâmını anlamada Allah'tan yardım isteriz. "O (Besmele), Allah'ın isimlerinden bir isimdir. O'nunla Allah'ın en büyük ismi (Ism-i A'zam) arasında ancak, gözün siyahıyla beyazı arasındaki kadar yakınlık vardır (yani o kadar yakındır)".[17]
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yerde duran bir kağıda rastladı, yanındaki delikanlıya, "Bu kağıtta ne var?" diye sordu. O da "Bismillah" var, dedi. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.): "Bunu yapana Allah lanet etsin! Allah'ın ismini ancak (yakışan) yerine koyun." buyurdu.[18]
Besmelenin yerine göre farz, vacib, sünnet, mendub, haram ve mekruh gibi hükümleri vardır. "Üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanların etinden yemeyin, çünkü bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır."[19] mealindeki ayet hayvan keserken, "yetiştirdiğiniz avcı hayvanların tutuverdiklerinden de yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın."[20]mealindeki ayet de av üzerine gönderirken veya silah kullanırken besmele çekmenin farz olduğunu göstermektedir. Mushaf yazarken Tevbe suresi dışında kalan surelerin baş tarafına besmele yazmak da farz hükmündedir. Zira üzerinde sahabenin icmaı olan mushafta bu şekilde yazılmıştır. Hayvan keserken besmelenin kasten terkedilmesi halinde kesilen hayvanın etinden yemek haramdır. Namaz dışında Kur'an okumaya başlarken, sûrenin başında eûzü besmele çekmek sünnet, namazda ise her rekatta Fatiha'dan önce sessiz olarak besmele okumak sünnettir.
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in "cünüp ve hayız olan Kur'an'dan birşey okuyamaz"[21] mealindeki hadisine dayanarak cünüp ve hayız olanların Kur'an okuma maksadıyla besmele çekmelerini haram saymışlar, ancak dua ve sena maksadıyla okunmasında bir mahzur görmemişlerdir.
Herhangi bir işe başlarken besmele çekmenin hükmü işin mahiyetine göre değişir. Haram ve yasak olan şeylere besmele çekmek haramdır. Hatta haram liaynihi olan içki gibi birşeye bile bile besmele çekmek elfaz-ı küfürdür. Meşru ve helal olan şeylere başlarken besmele çekmek sünnettir. Necaset mahallinde, pis olan yerlerde, çıplak bulunulan halde besmele çekilmez, mekruhtur.
Besmelenin "istiaze" den sonraya bırakılmasının hikmeti, kalbi güzel şeylerle süslemeye başlamadan önce, kötü şeylerden temizlemek ve tümüyle Allah'a yönelerek, Allah'dan başka her şeyden, bütün yönleriyle ilgiyi kesmektir.[22]
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli vesilelerde “Allah’ın adının anılması” ve “Allah’ın adının yüceltilmesi” emredilir. Hz. Nuh’un Tufan başlarken gemiye binenlerden “Allah’ın adı ile binmeleri”ni istediği (11 Hud, 41) ve Hz. Süleyman’ın Sebe’ Melike’sine (kraliçeye) gönderdiği mektuba “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” başlanmış olduğu (27 Neml, 30) bildirilerek, meşru ve önemli işlere besmele ile başlamanın tüm ilahi dinlerin ortak özelliklerinden olduğu ima edilmiştir.
Velhasılı müslümanın her işi besmele'li olmalı, kendisine besmele çekilemeyecek işlerden uzak durmalıdır. Besmelesizlik, her işine şeytanı ortak etmek demektir.
2- TEMİZLİK ADABI
a- Temizlik ve Önemi:
İslamiyet bir temizlik dinidir. Peygamberimiz (s.a.v.)'e ilk inen ayetler, Alak sûresinin ilk beş ayetidir ki; bunlar ilimden bahseder. İkinci defa inen ayetler ise Müddessir sûresinin ilk ayetleridir ve şöyledir: "Ey bürünüp sarınan (Rasülüm)! Kalk, artık (insanları) uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiseni tertemiz tut. Kötü (pis) şeyleri terk et."[23]
İslam dini temizliği mutlak manasıyla ön plana almıştır. O manevi temizlik demek olan inanç meselesine ne kadar önem vermişse, maddi temizliğe de o derece kıymet vermiştir. İslam'ın peygamberi her çeşit temizliğin timsali idi. Temizliğe kavlen ne kadar dikkat buyurursa, fiilin de o nisbette üzerinde dururdu. Hadislerde temizlik imandan bir parça, hatta imanın yarısı sayılır, İslam'ın temizlik üzerinde kurulduğu belirtilir. "Gücünüz yettiğince temiz olmaya çalışınız. Çünkü Allah İslam'ı temizlik üzerine kurmuştur. Cennete de ancak temiz olanlar girer."[24] "İslam temizdir, öyleyse siz de temizleniniz. Şüphesiz cennete ancak temiz olanlar girer."[25] "Temizlik imanın yarısıdır."[26] "Allah temizdir, temiz olanı sever."[27]
Kelime-i Şehadet'le içini, taharet-i şer'iyye ile dışını temizleyen müslüman, Hakk'a ve halka yakın olmaya namzettir.
Temizlik, bütün beşeriyete örnek olması gereken müslümanın başlıca şiarıdır. İslam dini, temizliği imanın şartlarından biri kılmıştır, ibadetlerin kabul edilmesinin ilk şartı, maddi ve manevi temizlik olduğu gibi, imanda kemâlin şartı da temizliktir.
"Şüphesiz Allah tevbe edenleri sever, temizlenenleri (pislikten arınanları) de sever."[28]
Temizlik ve müslümanlık et ve tırnak gibidir, birbirinden ayrı düşünülemez. Temizliğe dikkat etmeyenler, tam mü'min olamazlar. Müslüman içiyle dışıyla, ruhuyla, bedeniyle, çevresiyle tertemiz olmalıdır. Yalnız temizlemekle temizlik olmaz, kirletmemek de gerekir.
Temizlik Çeşitleri
a) Manevi Temizlik (İç temizliği): İç temizliği, insanın ruh ve kalp temizliği demektir. İç dünyası temiz olmayan bir kimsenin, dışının temiz olması bir göstermelikten öteye gidemez.İçi temiz olmayanın dışının gerçek anlamda temiz olması düşünülemez. Öyleyse içi sislilerin dış süsüne aldanmamak gerekir. Bir kabın içinde ne varsa dışına da o sızar. İçini güzel huy ve düşüncelerle donatan bir kimsenin davranışları da o ölçüde güzel, yararlı ve temiz olur. Kötü huylar, zararlı düşünceler ve yanlış inanışlar iç dünyamızı karartan birer kirdir. Bu gibi şeylerden kurtulmaya çalışmak birinci görevimizdir. Meselâ, inançsızlık, ahlaksızlık, ihlassızlık, çıkarcılık ve benzeri kötü düşünce ve huylardan kurtulmak için iç temizliğimiz için zorunludur.
Taşköprülüzade'nin, ilim talebesi olmanın ilk şartı ve vazifesi olarak belirttiği çok önemli bir husus var ve iç temizliğinin önemini çok güzel anlatır: "Nefis benlik hanesini, kötü huy ve fena ahlaktan tahliye ve güzel ahlak, iyi huy cevherleri ile doldurup süslemektir. Bu vazife çok önemli olup, diğer vazifelerden önce gelmektedir. Bedenle yapılan ibadetlerin en önemlisi olan namazdan önce, uzuvları yıkamak yani abdest almak gibidir. Çünkü ilim kalbin ibadetidir. Onun sıfat ve huyları bedenin uzuvları yerindedir. O halde ilme başlamadan önce onları temizlemek ve kötü sıfat ve huyları, güzel ahlâk ve iyi huy haline getirmek lazımdır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.): İçinde köpek olan eve melek girmez.'[29] buyurmuştur. Yani evin içinde, maddeten yapılmış (canlı) köpek bulunursa, o eve melek girmediği gibi, manevi ev ve nazargâh-ı İlâhî olan kalpde, manevi köpekler, yani kötü huy, fena ahlak habaseti (pisliği), sıfatı zemime (kınanmış ve beğenilmeyen kötü huy) pislikleri bulunursa melekler böyle kalbe de girmezler. Bu sıfatların sahibi de meram ve maksadına kavuşamaz.[30]
Bakılması haram olan şeylere bakarak veya bir şeyi kıskanarak ona kem gözle bakmak suretiyle, yahut da öfkeli ve kırıcı, incitici gözle bakarak gözümüzü kirletmemeliyiz.
Gıybet, dedikodu, malâyâni (faydası olmayan boş şeylerle) ve bize sıkıntı verecek şeyler dinleyerek kulağımızı kirletmemeliyiz. Bu tip şeylerle başkalarının kulaklarını da kirletmemeliyiz. Küfür, kötü söz, yalan, gıybet, koğuculuk, çirkin ve kalp kırıcı sözlerle dilimizi kirletmemeliyiz.
Düşmanlık, isyan, kin, buğz, adaletsizlik, evham, vesvese ve Allah'ı unutturup bizi gaflete düşürebilecek şeylerle de kalbimizi kirletmemeliyiz. Günahlarla kalbimizi karartmamalıyız. Haram yiyecek ve giyeceklerle hayatımızı karartmamalıyız. Çünkü yediği, içtiği, giydiği haram olanın duasını Allah kabul etmez.[31]
Manevi temizliğin başında iman gelmektedir. Pisliklerin en kötüsü ve "en büyük zulüm olan şirkten[32] ancak imanla, tevhidle arınılır. Günahlardan ise tevbe ve istiğfarla temizleniriz. Kalbimizi, kalıbımızı her türlü görünür görünmez pisliklerden ibadetle, zikir, fikir ve hakka teslimiyetle koruyabiliriz.
Manevi bünyemizin iki mikrobu olan nefis ve şeytan düşmanlarını iyi tanımalıyız. İhlas ve zikirle bu mikropların önü kesilmeli, tevbeyle yoğrulup, gözyaşıyla yunup, Allah'ın has kulu haline gelmeliyiz.[33] Güzel ahlaklı, iyi niyetli, ibadetlerde ve hizmetlerde gayretli olmalıyız.
b) Maddi Temizlik (Dış Temizliği)
Dış temizliği, kişinin dişinden tırnağına, saçından üstüne başına, evinden çevresine kadar temiz olmasıdır. Dış temizlik, insan ve toplum sağlığının temelidir.
Medine'ye yakın Kuba köyü (Kuba mescidinin bulunduğu yerin) halkı temizlik hususunda çok titiz ve dikkatli davranıyorlardı. Bunun için Yüce Allah'ın sevgi ve hoşnutluğunu kazanmışlardı. "Orada tertemiz olmayı arzu eden ve seven adamlar vardır. Allah da temizlenenleri sever."[34] Allah onlar hakkında bu buyruğunu indirmiştir.[35]
Zaten ibadetlerin kabul edilmesi için temizlik şarttır. Mesela namazın rükünlerinden ikisi (hadesten taharet ve necasetten taharet) temizlikle ilgilidir.
Maddi temizliği bütün yönleriyle ele alacağımız için, sadece şu hadis-i şerifle yetinelim:
"Elbiselerinizi yıkayınız. Saçlarınızın fazlalıklarını kesiniz. Misvak (diş fırçası) kullanınız. Süsleniniz ve/temizleniniz. Çünkü İsrailoğulları bunu yapmadıkları için kadınları zina etmişlerdir."[36]
Kadın, erkek her türlü temizliğe dikkat etmeli, başkalarını rahatsız edici şeylerden mümkün mertebe sakınmalıdır. Kirli, biçimsiz, pejmürde, dağınık olmamalıdır.
"Temizliği olmayanın namazı yoktur. Namazı olmayanın dine bağlılığı yoktur. Dinde namazın yeri bedende başın yeri gibidir."[37]
3- ABDEST ADABI
Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim güzelce abdest alırsa, o kimsenin günahları tırnaklarının altına varıncaya kadar bütün vücudundan dökülüp çıkar."[38]
Müslüman yaptığı her işi en iyi şekilde yapmalı ve en güzel bir biçimde yerine getirmelidir. Zira Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Allah yaptığı işi güzel yapanı sever." buyurmuştur.[39]
Abdesti güzelce almak; abdestin farzlarına, sünnetlerine, edeplerine riayet etmekle mümkündür. Bütün âdâb ve erkânına riayet edilerek alınan abdest, kişinin küçük günahlarının affına ve hatalarının bağışlanmasına vesile olur. Hz.Osman (r.a.) anlatır:
Rasül-i Ekrem (s.a.v.)'i benim şu abdestime benzer şekilde abdest alırken gördüm. Sonra da şöyle buyurdu:
"Bir kimse bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları bağışlanır. Onun namazı ve mescide kadar yürümesi de fazladan kazanç sayılır."[40]
"Müslüman veya mü'min bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işlediği her günah abdest suyunun damlası ile yüzünden çıkar (dökülür gider). İki elini yıkadığında, elleriyle tutarak işlediği her günah abdest suyunun damlası ile ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman, ayaklarıyla yürüyerek işlediği her günah abdest suyunun son damlası ile ayaklarından dökülür. Neticede o mü'min kul günahlardan temizlenmiş olur."[41]
Maddi bir temizlik getiren abdest, manevi olarak da, bir ferahlık ve huzur getirmektedir. Abdest hem bir maddi temizliktir hem de manevi bir temizliktir. Yıkanılan yerleri her türlü maddi pisliklerden temizlediği gibi, abdest organlarını manen de temizlemekte, kişinin günahlarının affına, hatalarının bağışlanmasına sebeb olmaktadır.
Abdest arapçada "güzellik ve temizlik" anlamına gelen "Vudû" kelimesiyle ifade edilir. Türkçede kullanılan "abdest" kelimesi farsça âb (su) ve dest (el) kelimelerinden oluşan ve "el suyu" manası gelen birleşik bir isimdir.
İslam'da abdestin farziyetine Maide sûresinin 6.ayeti delildir: "Ey İman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınızı meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da yıkayın."
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in abdest almadan hiç bir iş yapmadığını görüyoruz.[42] Ancak abdest her amel ve ibadet için değil başta namaz olmak üzere bazı ibadetler için farz kılınmıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): “Allah, hiçbirinizin abdestsiz iken abdest almadan kılacağı namazı kabul etmez.”[43] buyurmuştur. Fakat müslümanın sürekli abdestli bulunması sünnettir. Abdest herşeyden evvel her türlü pislik ve kirlilikten kurtulmak, yani maddi ve manevi bütün pislik ve mikroplardan uzak kalmak için İslam'ın emrettiği önemli bir ibadettir. Mikrobun en kolay ürediği yer ağızdır. Ağızdan başlayarak, el, yüz, ayakların günde beş defa temizlenmesi İslam'ın temizliğe verdiği önemi gösterir. Abdestle, en çok kirlenen el, kol, yüz ve ayaklarımızı günde beş defa tertemiz yıkarız, sağlığa kavuşuruz. Temizliğin kazandırdığı zindeliği, dinçliği, neşe ve huzuru yaşarız. Bu arada mikroplardan da arınmış oluruz. Kir ve pisliklerle bulaşabilecek birçok hastalıklardan korunuruz.
Abdest dolaşım sistemimizi düzene sokar. Korunma sistemi onunla verimli çalışır, mikroplarla mücadele edebilmek için direnç kazanır. Çeşitli problemlerle cedelleşen insanın kalp ve damarlarında kan ısınır. İnsan sinirlenir ve kızgınlaşır. Abdest ise bu kızgınlık ve sinirliliği yatıştırır. Bundan olsa gerektir ki Hz.Peygamber (s.a.v.) öfkelenen ve sinirlenen kişilere abdest almayı tavsiye etmiştir.[44] Abdestli, namazlı insanların yüzü nurlu olur. Bunun fiziki izahı da mümkündür. Günde birkaç defa yıkanan yüzdeki kılcal damarlar faal hale gelirler. Böylece yüz kırışmaları da asgariye iner. Abdest yüze nur vermekle kalmaz, kalbe de nur ve huzur verir. Bu nurluluk mahşer gününde bile kendini gösterecektir. O gün abdest uzuvları parıl parıl parlamalarıyla dikkatleri çeker. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz ki benim ümmetim, kıyamet gününde, abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağrılacaktır. (Böyle tanınıp çağrılacaklardır)Yüzünün nurunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın."[45] Hadis, adap ve erkanına özen göstererek abdest alana Cenab-ı Hakkın kıyamet gününde özel bir muamele yapacağını müjdelemektedir. Peygamberimizin burada ümmetim diye nitelendirdiği kişiler, özellikle abdestli namazlı, ibadet ehli olan ve İslam'a uygun hayat sürenlerdir. İşte böyle olanlar kıyamet gününde ve mahşer yerinde: "Ey yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlayanlar! Haydi cennete geliniz! diye çağrılacaklardır.
Peygamber (s.a.v.): "Size, Allah'ın kendisiyle günahları yok edip, dereceleri yükselteceği hayırları haber vereyim mi?" buyurdular. Ashab:
- Evet, Ya Rasûlallah! dediler. Rasûl-i Ekrem:
"Güçlükler de olsa abdesti güzelce almak, mescitlere doğru çok adım atmak, bir namazı kıldıktan sonra öteki namazı beklemek. İşte ribatınız, işte bağlanmanız gereken budur." buyurdular.[46]
Yine Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz.Enes'in şahsında bütün ümmetine şöyle buyurdular: "Ey evladım, abdesti tam al, ömrün artsın ve iki hafaza meleği seni sevsin. Ey oğlum, eğer abdestli olarak gecelemeye gücün yeterse, bunu yap. Kim abdestli iken ölürse, şehit olur."[47]
Abdestliyken ölmek, insana bir nevi şehitlik kazandırır. Bu ise bizlere Allah'ın paha biçilmez bir ihsanıdır. Ölüm meleği geldiğinde abdestli olan kimseye şehitlik sevabı verilir. İnsan abdestle bedenen ve manen temizlendikten sonra Allah'ın huzuruna çıkar. Böyle bir temizlenme ile günlük bütün yorgunlukları ve yükleri geride bırakır. Abdest almakla dünyevi ve uhrevi birçok fazilet ve güzellikler elde edilir. Abdestli insan kendine çeki düzen verir, olur olmaz, ulu orta sözler söylemez, böyle işler yapmaz. Abdestle sağladığı maddi ve manevi temizliği sürdürmeye çalışır. İbadetlerini daha rahat ve güzel yapar.
Abdestin güzel ve tam olabilmesi için uyulması gereken bazı âdâblar vardır:
1-Abdestten önce ağzımızı misvak veya fırça ile temizlemek.
2-Tavsiye edilen duaları, yani abdest dualarını okumak.
3-Uzuvları huzur-i kalb ile yıkamak. Salihlerden birisi şöyle demişir: "Huzur-i kalb ile alınan abdest ile kılınan namaz da huzurlu olur. Abdestte huzur gider, yerini sehv ve gaflet alırsa, o namaz vesveseli olur."
4-Abdest alırken mekruh olan şeyleri; konuşmak, fazla su harcamak, abdestin sünnetlerinden birini terketmek gibi şeyleri yapmamak.
5-Devamlı abdestli bulunmaya çalışmak. Adiy bin Hatem (r.a.) şöyle demiştir:
"Müslüman olduğumdan bu yana hiç bir namaz yoktur ki, ona kamet getirilsin de, ben de abdestli bulunmayayım." Peygamberimiz (s.a.v.) Hz.Bilal'e sabah namazında şöyle sormuş: 'Ya Bilal, Bana söyle bakalım, yaptığın en güzel amelin nedir? Ki Ben, cennette önüm sıra senin nalinlerinin sesini işitiyorum." Bilal şöyle cevap vermiştir:
"Benim öyle pek ümit verici amelim yok. Ancak gece veya gündüz hiçbir zaman abdestsiz olmamaya çalışırım ve farz namazlarımı bu şekilde abdestli olarak karşılarım."[48]
6-Abdestten sonra vakit müsaitse iki rekat namaz kılmak. Kerahat vakitlerinin dışında bu namaz kılınabilir. Çünkü Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Herhangi bir müslüman (âdabına uygun) güzel bir abdest alıp da tam bir ihlas içinde iki rekat namaz kılarsa, mutlaka cennet ona vacip olur."[49]
7-Abdestten sonra kelime-i şehadet getirmek, abdestin artan suyundan ayakta içmek ve "Allahümmec alnî minettevvâbîn vec'alnî minel mütetahhirîn" (Allah'ım! Beni tevbe edenlerden kıl. Beni çokça temizlenenlerden kıl) diye dua etmek ve Kadir suresini okumak.
Namaz kılmak, tilavet secdesi yapmak ve Kur'an'a dokunmak için abdest farzdır. Kabe'yi tavaf için vaciptir. Yatmadan önce abdest almak, vakit namazları için ayrı ayrı abdest almak, sünnettir. Hatta mü'mine manevi destek sağladığı, adeta mü'minin silahı olduğu, ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v.)'in mümkün olduğu ölçüde abdestli halde bulunduğu gözönünde tutularak İslam âlimleri mü'minin imkan ölçüsünde her işe abdestli olarak başlamasını ve abdestli bulunmasını tavsiye etmişlerdir. "Kim abdestliyken abdest alırsa, kendisine on sevap yazılır."[50] "Abdestli olmaya ancak kâmil mü'min dikkat eder."[51] Abdestimizi güzelce alalım, mümkün olduğunca abdestli olalım.
4- GUSUL VE ÂDABI
Gusül; "bütün vücudun temiz su ile yıkanması" şeklinde yapılan temizlik işlemidir.Fıkıhta abdeste küçük temizlik, abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik (hades-i asğar), gusle büyük temizlik, guslü gerektiren hallere de büyük kirlilik (hades-i ekber) denilir. Guslün türkçedeki bir başka adı da boy abdestidir.
Kur'an-ı Kerim'de "Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin"[52] buyurularak cünüplük halinden kurtulmak için guslün gerekliliği bildirilmiş, ayrıca hayzın (ay halinin) kadınlar için mazeret hali olduğu belirtilerek gusledip temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişki kurulması yasaklanmıştır.[53] Cünüplük hali ile kadınların hayız (ay başı) ve nifas (lohusalık) kanlarının kesilmesi veya bu iki hal için öngörülen azami sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur.
Abdest gibi gusül de esasen temizlenme ve arınma vasıtasıdır. Böyle olmakla birlikte bunların maddi temizlenmeyi de sağladığı, ayrıca birçok tıbbi yararlar içerdiği de inkar edilemez. Boy abdesti temizliği müslüman milletlerin belirgin özelliği, İslam medeniyetinin beden temizliğine ve sağlığına verdiği önemin adeta simgesi olmuştur. Gusül ile hayız, nifas ve cünüplük halinin vücutta bırakabileceği maddi bir kalıntı ve bulaşıklar iyice temizlenmiş olur. Ayrıca gusül, cünüplük halinin vücutta yol açacağı yorgunluk ve gevşekliği giderme, bedende yeni bir denge kurma, kan dolaşımını düzene koyma ve kişiyi kirlilikten kurtararak ibadet atmosferine hazırlama gibi beden ve ruh sağlığı açısından birçok yararı içinde barındırır. Bunlara ilave olarak, bilinebilen veya bilinemeyen birçok hikmet ve fayda taşıdığı inancıyla Allah'ın bu emrini yerine getiren mü'min Allah'a kayıtsız şartsız itaat etmenin, teslim olmanın haz ve sevabına kavuşur.
a)Gusül Çeşitleri
1-Farz olan gusül: Hayız ve nifas kanlarının kesilmesi veya bu iki hal için azami sürelerin dolmasıyla ve cünüplükten dolayı gusül farz olur.
Fakihlerin çoğunluğuna göre, müslümanların cenazesinin (şehid hükmüne tabi olanlar hariç) yıkanması gerekir ve bu görev geride kalanlar için cenaze namazı gibi farz-ı kifaye cinsinden bir sorumluluktur.
2-Sünnet olan gusül: Cuma ve bayram namazları öncesinde, hac veya ümre niyetiyle ihrama girerken ve Arafatta vakfe için gusletmek sünnettir.
3-Müstehab olan gusül: Cenaze yıkama, kan aldırma, Mekke ve Medine'ye girme, Berat ve Kadir gecesini ihya etmeyi isteme, bir toplantıya katılma, yeni elbise giyme, bir günahtan tevbe etme gibi çeşitli sebep ve durumlarda gusletmek de müstehab görülmüştür.[54] Ayrıca yeni müslüman olan kişi, cünüp değilse gusletmesi sünnettir, cünüpse farzdır.
b)Guslün Farzları
Ağıza su almak (mazmaza), burna su çekmek (istinşak) ve bütün vücudu yıkamak şeklinde üç farzı vardır.
c) Guslün Sünnetleri ve Adabı
Gusle önce dua niyetiyle eûzü besmele çekip niyet ile başlamak, öncelikle elleri ve avret yerini yıkamak, bedenin herhangi bir yerinde kir ve pislik varsa onu gidermek, sonra namaz abdesti gibi abdest almak, fakat su birikintisi varsa ayakların yıkanmasını sona bırakmak, abdestten sonra önce üç defa başa, sonra sağ, sonra sol omuza su dökmek, sonra diğer uzuvları yıkamak, her defasında bedeni iyice ovuşturmak, her azayı üçer defa yıkamak, suyun kullanımında aşırı davranmamak, avret yerlerini örterek yıkanmak, gusül esnasında konuşmamak, gusülden sonra çabucak giyinmek guslün belli başlı sünnet ve âdâbındandır. Abdestin âdabı sayılan diğer güzel davranışlar gusül için de geçerlidir.
Dikkat isteyen bazı konular:
1- Guslü Geciktirmemek: Cünüp olan kimsenin farz veya nafile herhangi bir namaz kılması, tilavet secdesi yapması, Kabe'yi tavaf etmesi, Mushafı eline alması, camiye girmesi ve orada bulunması caiz değildir, haramdır.
Hanefi mezhebine göre, cünüp kimsenin dini kitapları eliyle tutup okuması, elini ve ağzını yıkamadan yiyip içmesi mekruhtur.
Cünüp kimsenin bu halini herhangi bir farz namazının ifası vaktine kadar geciktirmesi doğru değildir. Namazı geçecek şekilde gecikmemeli, ilk fırsatta boy abdesti almalıdır.
Rasülullah (s.a.v.): "İçinde suret, köpek ve cünüp bulunan eve melekler girmez." buyurmuştur.[55] Cünüplükten maksat, cünüplüğü adet haline getiren, namaz vaktini cünüp olarak geçiren kimsedir.
"Üç kişiye melekler yaklaşmazlar: Bunlar cünüp, sarhoş ve kadınlara mahsus haluk denen renkli kokuyu sürünen erkektir."[56]
2- Avret Yerlerini Örtmek:
Müslümanın kaplıca, yüzme havuzu, dere, göl, deniz, hamam gibi umuma açık yerlerde yıkanırken avret yerlerini örtmede titizlik göstermesi, başkasının açılan avret yerinden gözünü sakındırması, ayrıca bu yerlerde sağlık ve temizlik kurallarına da azami ölçüde uyması gerekir. Hz. Peygamber (s.a.v.) hamama bir örtü ile girilmesini emretmiştir.[57] Umumi yerlerde avret yerlerini açarlar veya çıplak yıkanan kimseler haram işlemiş olurlar.
Ya'la (r.a.) anlatıyor: Rasülullah (s.a.v.) açıkta yıkanan bir adam gördü. Minbere çıktı, Allah'a hamdü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: "Allah (c.c.) Halimdir, haya sahibidir, ayıpları ve kusurları örter. O hayayı ve örtünmeyi de sever. Onun için sizden biri yıkanmak istediği zaman kapalı yerde yıkansın."[58]
Kişinin tek başına olduğunda avret yerleri açık olarak yıkanması caiz olmakla beraber, bu halde iken avret yerlerini örtmesi, İslam âdabına daha uygundur.
Behz bin Hakim (r.a.): "Ey Allah'ın Peygamberi!" dedim, "avret yerlerimizden neyi örtüp neyi bırakalım ?" Rasül-i Ekrem (s.a.v.): "Hanımından veya sahibi bulunduğun cariyenden başkasından avret yerlerini koru (kimseye gösterme)!" buyurdular. Sonra "Ya Rasülallah! İnsanlar birbirlerine girmiş vaziyette olurlarsa?" dedim. Buyurdular ki: "Avret yerlerini gücün yettiğince göstermemeye çalış." Sonra: 'Ya Rasülallah! Herhangi birimiz yalnız olursa (ne yapsın)? diye sordum. Şöyle cevap verdi: "Allah kendisinden haya edilmeye insanlardan daha layıktır."[59]
"Çıplak durmaktan sakınınız. Çünkü yanınızda sadece abdest bozma anınızda ve kişi ailesiyle cinsi münasebette bulunduğunda ayrılan melekler vardır. Onlardan haya edin ve onlara karşı saygılı olunuz."[60]
Banyoda da ihtiyaçtan fazla avretin açılması doğru değildir, ihtiyaç nisbetinde çıplak bulunulabilir.
"Kadın kadın avretine bakmasın, erkek de erkek avretine bakmasın."[61]
3- Gusül Yapılan Yer Temiz Tutulmalıdır: Peygamberimiz (s.a.v.), gusledilen yere küçük abdest bozulmasını yasaklamıştır.[62]
"Biriniz gusül yapılan yere idrar yapıp sonra da orada yıkanmasın. Çünkü vesveselerin çoğu ondan gelir."[63]Banyoda delik olsa da idrar yapmak sakıncalıdır. Namazın geçme tehlikesi yoksa, gusle başlamadan önce biraz uyumalıdır. Bu uyku, içeride kalan meninin dışarı çıkmasına zemin hazırlar. Ayrıca küçük abdest bozmalıdır. Çünkü idrar, içerde kalan nutfenin, meninin dışarı atılmasını sağlar. Veya çokça yürümelidir. Kendisine gusül farz olmuş bir şahıs, bu tavsiyelerden birini yapmadan yıkansa, sonra nutfe (meni) nin kalıntısı dışarı çıksa tekrar yıkanması gerekir. Bunlardan birini yaptıktan sonra, yıkandıktan sonra meni dışarı çıksa guslü tekrarlamak icap etmez. Öyleyse bu hususlarda dikkatli davranılmalıdır.
Boy abdesti sırasında bedenin temizlenmesi gereken yerlerinde sol eli kullanmak sünnettir.
Rasûlullah (s.a.v.), sağ eli temizlik ve yemek içmek için, sol eli de tuvalette taharet, vücudunda ve elbisesinde olan pisliği temizlemek için kullanırdı.[64]
4- Kuru Yer Bırakmamak: Saç, sakal, bıyık ve kaşların diplerine suyun ulaşması gerekir. Gusül yaparken bütün vücudun yıkanması farzdır.
Di